Gezinin bu bölümünde gideceğimiz yer  “dantel şehir” olarak adlandırılan Mardin.. Yine yollara  düşüyoruz. Şanlıurfa’dan sonra Mardin’i merakla bekliyoruz. Hem dinlerin buluşma noktası,hem daracık sokakları “ abbara”ları ,hem yerel lezzetleri  ile heyecanlanıyoruz..

Dümdüz asfalt yollardan kayıyoruz.. Yolumuz üzerinde bir ilçe..Adı Viranşehir. Adı gibi virane bir kent bekliyoruz,.. İlk görüşte,  rastladığımız en yoksul yerleşim beldesi  gibi geliyor..Ancak bir de kentin yeni cadde ve sokaklarını görüyoruz ki adının tam tersi.. Büyük kentlerdeki bankalar, mağazalar, burada da mevcut.. Viranşehir’in tek ve ilk çay bahçesine oturuyoruz. Sahibi Ali adlı genç bir girişimci. Bize ikramda bulunmak için elemanlarını seferber ediyor. Şelenko diye bir sebze ikram ediyor. Görünüşü, şekli limon gibi, mini  mini salatalık gibi.. Tadı daha çok kelek ve salatalık arası..Kütür kütür , sulu sulu çok hoşumuza gidiyor. Bunun turşusu yapılıyormuş..

Ali Bey, leylak renkli plastik iskemleli çay bahçesine, beş yıldızlı otel salonu gibi özen gösteriyor, girişimci ruhunun onu çok daha ilerlere taşıyacağından emin, veda edip yola devam diyoruz..

Mardin’e yaklaştıkça dağa tırmanmaya başlıyoruz.. Her yer açık kum rengi..Bozkır göz alabildiğine.. Önce “Yeni Mardin”e varıyoruz.. Karşımızda 6-7 katlı apartmanları, alışveriş merkezleri, spor salonu, stadyumu ile modern bir kent.. Burası son yıllarda inşa edilmiş, asıl kentin yukarda kalan bölümündeki nüfus buraya yerleşmeyeye başlamış..Diğer gittiğimiz kentlerden pek bir farkı yok..Ancak bizim gözümüz daha yukarlarda.. Tüm kente hakim, bütün gökyüzünü kaplar gibi görünen dev bir kale.. Orada da Türk bayrağı dalgalanıyor.. Altta damsız , tüm doğaya hakim renkteki toprak, taş evler..Yokuş yukarı çıktıkça kenti daha iyi görüyoruz.. Daracık sokaklar, eğri büğrü.. Eski konaklar..Taş evler.. Ancak tek gidiş-dönüşlü dar bir sokak.Burası Eski Mardin’in tek alışveriş caddesi.. Sağlı sollu yemişçiler, geleneksel bakkal dükkanları (bunları görmek bize çok heyecan veriyor nedense, dev süpermarketlerden sonra),  i daha sonra içinden çıkmak istemeyeceğimiz güzellikteki gümüşçüler.. Mardin’in görülmeye değer PTT binası. Turizm okulu. Minareler, camiler..Mardin Müzesi.. Kasımıye Medresesi..

Nereye bakacağımızı şaşırıyoruz.. Otelleri de bu coğrafyaya uymuş.. Yine kentin en güzel otellerinden birine gidiyoruz. Dev asa bir bina.. Cumartesi olduğu için düğün var.. Antakya’da da otelde bir düğün bizi karşılamıştı..Burada da düğün dernekle karşılaşıyoruz. Mardin turumuz neşeyle başlıyor..

Oteldeki  o gece ayrı bir tur için Sıra Gecesi düzenlendiğini öğreniyoruz.. Biz de katılıyoruz ve Urfa’da kalan eğlenceye kaldığımız yerden devam ediyoruz.. Ekip Urfa’lı.. Duyduğumuz yanık türküler, ağıtları Mardin’de bir kere daha dinliyor, hüzünleniyoruz..

Sabah erkenden şehir turuna başlıyoruz.. Önce bir şehir turu atıyoruz..Daracık abbara’larda geziniyoruz.. Bakırcılar çarşısına iniyoruz. İniyoruz diyorum ..Çünkü burası yokuşlu bir şehir. Adeta yarı bir Nemrud Dağı turu yapıyoruz.. Pazar günü olduğu için çok yer kapalı.. Öğlene doğru açılmaya başlıyor. Merdivenli bakırcılar çarşısında yine dövme bakır işlerini görüyor, alışveriş yapıyoruz.
Mardin’de 85 Süryani aile yaşıyor.. Bunların çoğunun mesleği, atalarından devraldıkları gümüş işlemeciliği, mücevheratçılık.. Evlerinden birine izin alıp giriyoruz.. Taş, safran renkli binanın ortası avlu.. Evler taş duvarlı.. Süryani ev sahibesi bize yöreye mahsus “mahlep”li şaraplarını, nar ekşilerini gösteriyor. Mahlepli şarabı daha sonra restoranda tadıyoruz, tadı alışılmış dışında geliyor çoğumuza..

Mardin’in sokak araları bizi TV’lerde gördüğünüz dizilere geri götürüyor.. İzlemediğim bu dizileri, arkadaşlarımdan duyuyorum, o sokaklardayız diyorlar.. Burada atölyesini kuran ünlü modacı Cemil İpekçi’nin işyerinin bulunduğu sokaktan geçiyoruz.

Bir sokakta koca gözlü bir eşek..Sokak diyorsam araba girmesi çok zor, Lefkoşa’nın surlar içindeki daracık sokakları gibi.. Eşeğin semerinde iki küfe.. Başında genç bir delikanlı.. Bunların Mardin Belediyesinin , sigortalı kadrolu “memur” kadrolu personeli olduğunu öğreniyoruz.. Abbara’larda çöpler, yıllardır bu cefakar güzel gözlü eşeklerle yapılıyor. Yani bunlar çöpçüler.. . 

Kırklar Kilisesi

Mardin’in dinlerin buluşma yeri olduğunu söyledim.. Ziyaret edeceğimiz yer, “Kırklar Kilisesi” veya diğer adıyla Mor Behnam Kilisesi..Mor “Aziz” anlamına geliyor.. Süryanilerin en önemli kiliselerinden. Papazından özel izin alıp, sessizce giriyoruz bu her yeri tertemiz binaya.. İçerisi 50-60 Süryani kadın-erkek ile dolu.. Ayinlerine bize bakıp, devam ediyorlar..Burada asırlardır yaşayan Süryaniler, kiliselerini kendi cemaatlerinin yardımıyla onardıklarını söylüyor..

Kilise, Mardin’in merkezinde, Şar mahallesinde.  6. yüzyılda inşa edilmiş ,üç giriş kapılı, ince taş işçiliği ile işlenmiş mihrapları, 400 yıllık ahşap mihrap kapıları, kök boya ile yapılan 1500 yıllık orijinal baskı perdeleri, geniş avlusu içinde çan kulesi evi ve adeta dantel gibi işlenmiş taş oymacılığı örneklerinin yer aldığı divan bulunuyor.. 1170 yılında kırk şehitlere ait kemikler bu kiliseye getirilmiş ve bu tarihten sonra Kırklar Kilisesi olarak anılmaya başlanmıştır. Kırklar Kilisesi bugün Mardin Metropolitlik kilisesi olarak da hizmet vermektedir..Kırklar adı ise, Hristiyanlığı kabul eden 40 kişinin, imparator tarafından cezalandırılıp, Sivas’ta bir göle atılıp, öldürülmesinden kaynaklanıyor.. Daha sonra bunların kemikleri Mardin’e getirilip, kiliseye gömülmüş..

Kiliseden sonra tarihi PTT binasına gidiyoruz.. Sıla adlı dizinin bazı sahnelerinin burada çekildiği söyleniyor. Buranın da ilginç bir öyküsü var.. Eskiden bir konak olan şimdiki postane binası, Şehidiye Medresesinin tam karşısında yer alıyor.. 1890’da Mimarbaşı Lole tarafından Mardin’in önde gelen ailelerinden Şahtanalar için yapılır.. Efsaneye göre aileden bir genç, Ömerli’de yaşayan bir kızı sever onunla evlenmek ister.. Ancak kız, kendisi için Mardin’in en büyük evinin yapılması şartıyla evlilik teklifini kabul eder.. Böylece şehrin en büyük U planlı evlerinden biri yapılır..Giriş katı ve üst katı bir avlunun çevresinde U şeklinde dizilmiş eyvanlar, revaklar ve odalardan meydana gelir. Kapı ve pencere içlerinde ve iç mekanlarda yer alan nişlerde , mihrabiyede ince taş inceliği dikkati çekiyor.. 1930’ların sonunda burası hastane olur, daha sonra otele dönüşür.. 1953 yılında ise Şahtana ailesinden satın alınan konak postane olarak kullanılmaya başlanır.

Öğlen yemeğimizi Mardin’in en ünlü tarihi konaklarından restorana dönüştürülmüş Cercis Murat Konağında yiyoruz.. Cercis’in Süryanice’de George isminin karşılığı olduğunu öğreniyoruz..

Görünen manzara Mardin’i ayaklar altında gösteriyor.. Masalarımızda bakırdan dövülme ayran kapları.. Nefis bir çorbayla başlıyoruz yemeğe.. Tam bir yerel lezzet.. Ardından, ömrümde bir kere çocukken yediğim, daha doğrusu yiyemediğim bir yemek geliyor.. Aynen yıllar öncesinde anılarımda kalan manzara gibi.. Ortada lokum gibi, liğme liğme olmuş kuzu etleri, etrafında dövülmüş buğday pilavı.. Bu yemeğin adı keşkek.. Yarımızdan çoğu iştahla yerken, biz bir çatal alıyoruz.. Tam bir yöresel tad. Bu restoran bölgenin turizm açısından gelişmesinde öncülük eden yerlerinden.. 1871 yılından beri hizmette.. Bir şubesi de İstanbul’da açılmış.. Duvarlarındaki resimler arasında İngiltere Veliah Prensi Charles’ın , İstanbul’daki yemeklerinin önünde fotosu yer alıyor..Bir sürü ödülün sahibi..

Çorbadan sonra üzüm şırasından yapılmış muhallebi kıvamındaki tatlı ise gönüllerimize tatlı bir serinlik veriyor.. İkram edilen şırayı zevkle içiyor , kadife özel kaideler üzerinde gelen bakır kapaklı Türk kahvelerimizi içip istemeden de olsa buradan ayrılıyoruz..

Mardin öyle tepedeki, baktığımızda Mezopotamya ayaklarınızın altında.. O gün hava sisli, bulutluydu.. Bize bir denize bakıyor hissi verdi hep.. Bölge halkının böyle havalardaki manzaraya “ Mardin Denizi” dediğini öğreniyoruz..Evet sanki ayaklarınızın altında deniz var.. Mardin böylesine bambaşka bir şehir..

Mardin nedense ben de dahil, gezideki arkadaşlarımın büyük bölümüne hüzün verdi.. Safran rengi evleri, sokakları, taş evleri, tarihte yaşıyor ruhundaki havasıyla, melankolik bir kent.. Ama tek kelimeyle büyüleyici.. Yolda gördüğümüz dev naylon torbalardaki açık mavi ve bej renkli şekerleri merak ediyoruz..Pek de birşeye benzetemiyoruz.. Birer ikişer alıp ağzımıza atıyoruz.. Badem şekeri sertliğinde beklediğimiz şekerler, ağzımızda dağılıyor.. Mavisi bir başka, tarçınlısı bir başka lezzette.. Mardin’e özgü bu şekerlerden kilolarca alıyoruz. Yolunuz oraya düşerse mutlaka alın bu badem şekerlerinden.. Mardin gibi, rengi pek birşeye benzemese de tadı nefis.. 

Mardin’deki bir başka durağımız Kasımiye Medresesi.. Rehberimiz Hakan Öztürk, medresenin Türkiye’de yapılan en kötü restorasyon çalışmalarından biri olduğunu söylüyor.. Müthiş bir Mezopotamya manzarası herkesi büyülüyor. Burası da tepenin başında bir yer.. Akkoyunlu hükümdarı Cihangir Bey tarafından yaptırılmış.15-16 yüzyılan kalmış..Medresenin avlusunda bir havuz var. Su doğum, ölüm ve insan hayatı ve sonrasını simgeliyor.. Çeşmeden çıkan su doğum, döküldüğü yer gençliği, ince uzun oluk olgunluğu, suların havuzda toplanması ölümü temsil ediyor.. Su daha sonra kanallarla toprağa akıtılıyor..

Mardin’deki en son ziyaretimizi Deyrulzafaran Manastırına yapıyoruz.. Safran renkli bir bina.. İnşatında bölgedeki safran bitkisinin kullanıldığı rivayet ediliyor.. Zaten bir başka adı da Safran Manastırı..Bir zamanlar etrafı safran tarlalarıyla çevriliymiş..

Temizliği, bakımı, modernliği ve elle tutulur, gözle görülür düzeniyle hayran kalıyoruz..Her yer yemyeşil.. Mardin Ovasının en güzel yerinde. Manastır Süryani Ortodokslarının önemli merkezlerinden. M.S 5’inci yüzyılda inşa edilmiş. Manastırdaki rehberimiz Mardinli mücevher ustası Kermo Çilli, bir tarihçi bilinciyle atalarından kalan bu merkezi bize anlatıyor.. 3 katlı bu binada halen 60 rahip adayı eğitim alıyor..Bölgeye ilk matbaayı getiren kişi de yine bu manastırda patriklik yapan ve 1895’de vefat eden 4’üncü Petrus.. 1874’de Petrus’un İngiltere ziyaretince görüp, getirdiği matbaada 1932 yılına kadar Süryanice, Arapça, Osmanlıca ve Türkçe kitaplar basılmış..BU matbaa şimdi manastırda sergileniyor. Bugün Süryani kilisesinin başı Suriye’de Şam’da.. Ancak sık sık tüm dünyadaki Süryaniler ile turistlerin en fazla ziyaret ettiği yerlerden biri..Buranın manzarası da muhteşem..

Mardin’i anlatmak çok zor.. Ancak gidip, görmek, orada zaman geçirmekle hissedilecek bir kent.. Mardin, hüzün verdi dedim.. Evet hala düşününce hüzünleniyorum.. Burnumun direği sızlıyor.. Melankolik kenti geride bırakırken üzülüyoruz..

Hüznümüz “Yeni Mardin” e varınca gidiyor.. Ama yeni şehir, yeni kent..Başka yerlerden pek bir farkı yok.. 

Düzlüğe inince bu kez Batman , Hasankeyf yoluna sapıyoruz.. Ver elini Midyat ve Hasankeyf.. 

Yarın; Bir gümüşçülük cenneti Midyat.. Sular altında kalmaması için tüm dünyanın seferber olduğu Hasankeyf.. Binlerce mağarasıyla turistleri tarih öncesine götüren bir tarih zenginliği.. Ve petrol rafineleriyle göz kamaştıran Batman..