Rol Dağılımında Batı Yoksa

Ortadoğu ve Arap ülkelerinde yaşanan rejim değişiklikleriyle eş zamanlı olarak, Türkiye’nin  bölgedeki rolünün de daha belirgin hale gelmesi, kimi Batılı ülkeleri ciddi şekilde rahatsız ediyor.

Bu rahatsızlık yeni bir durum değil aslında, ABD ve İngiltere’nin Irak’ı işgaline kadar gidebilir öncesi.

 

Kimi batılı ülkelerle ilişkilerin mesafeli hale gelmesinin miladı, ABD askerlerinin Türkiye üzerinden Irak'a geçmesine izin veren malum tezkerenin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçmemesidir.

Tezkere tecrübesi Türkiye’nin dış politikasında da bir dönüm noktasının tarihidir aynı zamanda.

Tezkere’ye “hayır” diyen milletvekilleri ABD isteğine “dur” dedikleri gibi, Türkiye’nin bağımsız dış politika sürecini de başlatmış oldular.

 

Amerikan askerlerinin Anadolu’da yeni üsler kurmasını engelleyen bu tarihi karar kimilerinin ileri sürdüğü gibi “Türkiye’ye pahalıya patlayacak mı?” bunu zaman gösterecek şüphesiz.

Ancak her neye malolursa olsun, TBMM’nin kararı Türkiye’nin ABD hegomanyasına “hayır” dediği tarih bir bakıma.

 

Öte yandan, ABD’nin BOP ortağı diye takdim edilen ve bölgesinde “Ilımlı İslam” projesinin pilot ülkesi olarak gösterilen Türkiye’nin bu projelere de “hayır” dediği tarihtir bu.

Muhaliflerinin de zaman zaman itiraf ettiği gibi, mevcut iktidarın izlediği “başarılı dış politika”, tezkere sonrasında ABD’nin müttefiki kimi ülkelerde ciddi rahatsızlığa yol açmaya devam ediyor.

 

Ortadoğu ülkelerindeki baskıcı dikta rejimlerinin devrilmesi sürecinde Ankara’nın takındığı tutum, bu coğrafyanın tarihi aktörlerinden biri olan İngiltere’de de hoş karşılanmıyor.

 

Ankara’nın, Suriye ve Libya’daki gelişmeler karşısındaki tavrı, Avrupa Birliği sürecinde olduğu gibi ekonomik ve dış politikada da kendisini ‘Türkiye’nin müttefiki’ olarak konumlandıran İngiltere’yi rahatsız etmişe benziyor.

Londra hükümeti bu rahatsızlığını diplomatik mahfellerde dile getiriyor mu bilemeyiz.

 

Ancak yakın dönemde İngiliz medyasında yer alan Türkiye eksenli haber ve yorumlar, rahatsızlığın ip uçlarını veriyor.

Medyanın tavrını, devlet politikalarıyla ilişkilendirmemi alakasız bulanlar olabilir.

Aksine doğrudan ilgili olduğunun altını özellikle çiziyorum...

Bir de, The Economist ve Financial Times gibi alanında finans dünyasının otoritesi kabul edilen yayın organları sözkonusu olunca bu alaka kaçınılmaz hale geliyor.

 

Seçim öncesi The Economist dergisinde yer alan manipüle haberlerden, Türkiye’nin Suriye ve Libya politikalarına yönelik eleştirilere kadar yazılanlar, İngiltere’nin ciddi rahatsızlığına işaret ediyor.

Çünkü, ülkelerin dışpolitikasında finansın en önemli enstrüman haline geldiği bir dünyada yaşıyoruz.

Tamam bu yeni bir şey değil, hatta  hep öyleydi belki.

 

Ama, ‘gelişmişlik’ kimliğini kaybetmenin eşiğine gelen ülke yönetimlerinin bugün, ekonomik çıkmazdan kurtulmak için yeni kaynaklar bulmak zorunda olduğunu unutmayalım.

Yeni kaynakların birçoğu, rejim değişimi yaşayan ülkelerde mevcut.

 

Temiz libya petrolü, ekonomik sarsıntı geçiren ve iç borç batağındaki hangi ülkenin iştahını kabartmaz?

Türkiye’nin Libya’da aktif rol üstlenmesinin, daha bir yıl önce Elise Sarayı’nın bahçesine çadır kurmasına izin verdiği Kaddafi'yi ilk vuran olmak için yarışan Nicolas Sarkozy’i rahatsız etmesi bundandır.

 

Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Trablus’u ele geçiren isyancıların üssünü ziyaret edip destek vermesi, bugüne kadar bizzat bölge haritalarını çizen eski emperyal bir ülkenin başbakanı David Cameron’u da huzursuz eder.

Bu rahatsızlıklar her zaman diplomatik dille ifade edilemeyebilir.

İşte o zaman hükümetlere yakın duran etkili medya organları devreye girer.

İşte o zaman kimi etkili yayın organları, “İngiltere’nin yapamadığını Türkiye yapıyor, Suriye rejimini Türkiye yıkabilir” diye adeta gaz verirler, iki ülkeyi karşı karşıya getirme senaryoları gazete sayfalarında boy gösterir.

 

Suriyelileri Beşşar Esad rejimini devirmeye teşvik eden aynı yayın organları, Trablus’ta Ahmet Davutoğlu’nun isyancılara desteğini “Ankara liderlik peşinde” diye eleştirir.

Batı, kendisinin “rol” almadığı hiç bir bölgesel oyunu “izlemez” ve mümkünse rol dağılımını kendisi yapmak ister.

 

Tabii başrolü kendisine ayırmak şartıyla.