Yok … Nereden tutsam olmuyor…Eleştiri seven bir insan değilim, yapmayı pek sevmediğim gibi eleştiri almayı da pek sevmem…Mutlaka faydalıdır da ben öz eleştiri yapmayı daha çok seviyorum galiba. 

Tamam, çoğu meselede kayıtsız kalabilmek, rahat yaşamanın bir yolu. Kayıtsız kalabildiğim her mesele gün gelip bana da kayıtsız kalabilir, sorun değil. Ama bir noktada artık ben de “yok artık” diyorum.

Uzaklarda yaşayan, yine de yaşadığı yerden çok kendi ülkesini takip eden, her fırsatta soluğu orda alan, yaşadığı yeri asla kendi ülkesinden önde tutmayan bir nesiliz biz. Çocuklarımıza “ait olmayı” öğretsek de kendisi bir türlü ait olamamış bir topluluğuz. Özlemle, ülkemde yaşanan her olayda "keşke orda olsam. Bensiz bir eksikler” diyen gurbetçileriz.

En azından çoğumuz öyleyiz.

Rakı görünce heyecanlanırız, BBQ hàla mangaldir, Türk kahvesi varsa, latte içilmez.

Ve bu hasretle dizileri takip ederiz. “Tanıdık yerler görürür müyüz, ay ne kadar değişmiş, bak benim okulum. Allahım, o Boğaz'da olmak vardı şimdi… Taşına toprağına kurban olayım.”

Tabii zaman bu durur mu, değiştirir herşeyi. Ama son zamanlarda en çok da gençlerin aşklarını değiştirmiş. (Evet burası kayıtsız kalamadığım, eleştiri yapmaya karar verdiğim nokta).

Artık gençler, gemi kiralayıp partiler veriyorlar. Veremeyenler ne kadar kıskanıyordur. Kız arkadaşlarını, yalılardan mustang ile alıyorlar. Mekan kapatıp yemek ısmarlıyorlar.

"Zenginler aşık olamaz mı?" diye sorarsanız, elbette olurlar, aşk bu. Ama her kanalda aşşağı yukarı böyle olunca, "çoğunluk böyle yaşıyoruz."  havası oluyor, ki yanlış.

Geçtim içkiyi sigarayı, onları flulaştırıyorsun, gençler kötü alışkanlıktan uzak kalıyorlar, özenmiyorlar tamam. Ama yalılardaki hayat, porselen makyaj ile tasarım takılarının günlük hayatta çeşit çeşit kullanımı daha  özendirici değilmi? Hem de okula giderken…Onları flulaştırsak?

Delikanlılar ya boks yapıyor ya vücut çalısıyor, son derece yakışıklı, kabul, gençliğin karşı konulmaz bir güzelliği vardır ama hepsi bu kadar fit mi?

Kız arkadaşları ile ormanda, (sanırım dekor) ellerinde taze rengarenk buketlerle, saçları kuaförler tarafından doğal hale getirilmiş, en güzel çiçekli şirin elbiselerle gezmek, az “özendirici”mi?

Ve tüm kızlarımızda çocuksu edalar, bebeksi konuşmalar. Güzel Türkçe tarihe karışmış. Bu bile özendirici.

Mevzular da, yakalayabildiğim kadarıyla, hep intikam, hep kumpas. Yani hergün yaşadığımız, günlük sıradan mevzular işte.

Yine de bu gençlik dizilerinde bile peşinde koşulan hep aynı şey: derin sevgi, dürüst dostluklar, aşk.  Bizi de inandırmaya çalıştıkları, bunca alavere dalavereye, yalana dolana rağmen, gerçek aşk var.

Kandırmayın artık gençleri, yok…aşk varsa da gerçek değil.

Bir de Ataşehir'deki plazalardan çıkıp koşarak Galata köprüsündeki sevgililerine kavuşma sahneleri? İnanan oluyor demek ki...

Ben diziler samanlıkta çevrilsin, kahramanlar da kondularda yaşasın demiyorum. Ama bir ortası olsun.

Tabii ki hiç bir dizi Perihan Abla olamaz, bana göre yeri doldurulamayan bir dizi. Ama madem kitleler izliyor, örnek alıyor, içinde olmak istiyor niye bize biraz daha tanıdık olmuyor diziler?

Yoksa bir peri masalı mı yaratılmaya çalışılıyor? Kızlarımız prenses, oğullarımız prens olsun.

Keşke olsalar. Keşke hayat onlar için sadece İstanbul trafiğinde, sevgilisi ile bisiklete binmekten veya pasta dükkanında kek süslemekten ibaret olsa.

Ama maalesef hayat son derece darbeli bir yapıya sahip…

Bizim yaşamak istediğimiz, dizilerde görmek istediğimiz tek peri masalı şu olabilir:

“Genç kız ve delikanlı aşık olurlar, okullarını bitirip evlenmeye karar verirler. Baba kızı çok zengin biri ile evlendirmek istemektedir. Kızına sorar. Kızı da “hayır ben sevdiğimle evlenmek istiyorum” der, baba “sen nasıl istersen yavrum” der, düğün dernek yapmadan evlenirler, düğün parası ile de, hobileri olsun diye fotoğraf makinası alıp, dağ yürüyüşlerine katılırlar. Ve sonsuza dek mutlu yaşarlar. “

Ama desenize mutlu sonla biten dizi mi olur?

 

Mutlu sonlarin kaderiniz olduğu bir hafta olsun.