Partinin fıtratı



Öte yandan programda öyle "dört eğilim" falan da olmayacakmış zaten, partinin omurgası, her zaman olduğu gibi "Atatürkçülük" kalacakmış.
Bu durumda yeni bir program yazılmasına niçin gerek görüldüğü, bu partinin amigoları tarafından yöneticilerine sorulmalıdır.
Fakat bir yandan da, müstakbel program yazıcıları "sosyaldemokrasiden asla vazgeçmeyeceğiz, sosyal liberalizme de sıcak bakacağız" demeyi ihmal etmiyorlar. Sosyalistlerle de temas halinde olacaklarmış. (Bütün bunlar Atatürkçülük'le bağdaşıyormuş.)
Akım derken başka bir şey demenin sosyal tipi yani...

Yorumumuzu dün yapmıştık aslında: "Hadi yürüyün be."

Ama kibar olmak gerekiyor, sonra ağzımıza biber sürüyorlar. O zaman biz de sokak çocukluğunu bırakalım, efendiliğimizi takınalım: CHP yöneticileri, bu tutumlarıyla bize iki şey söylüyorlar.
Bir: Biz değişmeyiz, değişemeyiz, değişebilemeyiz.
İki: Asla iktidara gelemeyeceğimizi biz de biliyoruz.

Ama bunun belediyesi var, mecliste koltuğu var, maaşı iyi, bunun kıyak emekliliği falan da var, üstelik basında vara yoğa adın geçer, kimse yüzünü bilmese de meşhur oldum diye sevinirsin, falan filan. (Kılıçdaroğlu tamam da, içinizde bana Sencer Ayata'yı kalabalıkta yakından ya da uzaktan parmağıyla gösterebilene ödül veririm.)
Dönüp dönüp ne diyoruz? Bu partinin fıtratında (karakterinde, yaradılışında, yapısında) seçim kazanmak yoktur. Hiçbir seçimi "kazanmak" üzerine dizayn edilmemiştir. Halkın vereceği oya ihtiyacı yoktur ve olmamıştır. Hiçbir partiyle "rekabete girecek" gücü de yoktur ve olmamıştır. Arkasında bir sınıf yoktur, bir zümre, bir azınlık vardır. Bir dikta partisidir. Tepeden inmecidir.

Zaten öyle olduğu için de, dikta sona erince, bitmek zorunda kalınca, iktidardan gitmiş ve bir daha da tek başına geri gelememiştir.

Cumhuriyet Halk Partisi'nin, adı dışında halkla hiçbir ilişkisi olmamıştır. (Alman Nazi Partisi'nin adı da "Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi" değil miydi yahu?)
Bu parti, Türkiye'nin "bürokrat zümresi eliyle zorla Batılılaştırılmasının" siyasi mekanizması, "uzvu" olmuştur, o kadar.

Diktayı terk etmek zorunda kalınca, işi de bitmiştir. O günden bugüne de bir denge unsuru, bürokrasinin bir "kontrol kalemi" olarak varlığını sürdürmektedir. Asla ortadan kalkmaz, asla yönetime geçmez. Bu arada asla değişmez, asla yenilenmez.

(Ecevit'in sahip çıktığı "ortanın solu" numarası, İnönü'nün hızla gelişmekte olan sosyalist Türkiye İşçi Partisi'nin önünü kesebilmek için icat ettiği bir siyasi manevraydı. Nitekim bu manevra partiyi iktidara getirmedi, bir ara yaklaştırır gibi oldu. Ama seçmen, ne partinin ne de Ecevit'in solcu molcu olmadığını çabuk anladı.) Yazık... Bu partiyi kendilerince kurtarmaya çalışan iyi niyetli arkadaşlara yazık.

Bu parti tarafından "kazanılan" ve bütün derdi arkadaşları gibi mebus yapılmaktan ibaret olan profesör bozuntularına yazık değil ama.
Hükümet düşmanlığı gayretiyle bu partiyi destekleyen komünist köşe yazarlarına da yazık değil. "İçi kan ağlaya ağlaya oyunu vermek" ve sonra da hep üzülmek, hep dövünmek onlara müstahaktır. Bir komüniste verilecek en büyük ceza, her dönemde solu ezmiş olan bu partiyi destekleme çelişkisine düşmektir. Bunun gülünç sakilliği ona yeter.

(Sabah gazetesinden alınmıştır)