Mutlu Seneler…

2019 senesi bitmeden önce tamamlamam gereken işler maratonunda koşarken, bir soluk alıp, kahvemi yudumlayıp, bu makaleyi keyifle yazmak istedim…

Senenin son bir iki gününü uçlarından lastiklermiş misali çekip, içlerine elimden geldiği kadar çok şey sığdırmaya bakıyorum.

Listemde neler yok ki! İçimden bütün sene ne iş yaptım demek geliyor. Ama kendime haksızlık yapmamak içinde ağzımı sımsıkı kapıyorum. Listemdeki işlerden en çok zevk alarak üstünde çalıştıklarımdan bir tanesi de, danışanlarımın vaka çalışmalarını derlemek. Bu vaka çalışmaları,  vücudun bir sistem olarak ne kadar muhteşem bir yapılanma vede, dahi bir zeka olduğunu, bana tekrar tekrar hatırlatıyor.

Vakaların tümü doğal olarak bir yada daha fazla travmayı, kompleks bir sistem olarak içinde barındırıyor. Bu sanki soğanın kabukları gibi, bir katmanı ele alıyorsunuz, o konuya nasıl yaklaşacağınızı, nasıl çözüm bulacağınızı değerlendiriyorsunuz. Sonra altından başka bir katman çıkıyor. Örneğin, yaklaşık 13 sene kadar önce bana bir psikoterapist arkadaş tarafından yönlendirilmiş olan danışanımın vakası gibi. Bu danışanım migrenden müzdarip idi. Hayatını felç edecek seviyede olan migreni ile boğuşuyordu. Migreninin duygusal etkenlerden dolayı oluştuğunu düşünerek, yaklaşık bir sene kadar da konuşma terapisi almıştı ama o da migrenine tam olarak yardımcı olamamıştı. İlk seansımızda hemen, ‘Beni iyileştirebilecek misin, yoksa iyileştiremiyecek misin?’ diye sormuştu.

Danışanımın ‘Sen beni iyileştirebilecek misin, yoksa iyileştiremeyecek misin?’ sorusunun cevabı aslında çok derindi. İlk mezunluk yıllarımdı ve, özgüven ile net bir şekilde, ‘Asıl çalışmayı senin sistemin yapıyor. Ben hiç bir şeyi garanti edemem. Bir bakalım vücudun bu çalışmaya nasıl cevap verecek.’  demeyi henüz yapamıyordum. Bu ‘iyileştirebilir misin, iyileştiremez misin!’ diyaloğunu takiben de, çiceği burnunda bir pratisyen olarak, iyi anlamda şok edici ilginçlikte bir seans deneyimlemiştim. Danışanımın vücut sistemini değerlendirmek için, ilk dinleme noktası olan  başından dokunur dokunmaz ilk hissettiğim şey ‘sevgiye  çılgınlar gibi aç’ bir bebek hissiyatı idi. Bu hissiyatı danışanıma nasıl sözlerle aktarabilirdim ki? Hissiyat o kadar güçlü idi ki, onu görmemezliğe gelmek, yada seni geçelim, bir sonraki demek mümkün değildi. Bana asırlar gibi gelen bir kaç andan sonra, ‘Annenizden doğumunuz nasıldı, bunu annenizle hiç konuştunuz mu acaba?’ şeklinde bir soru formülasyonu ile bu konuyu  gündeme getirdim. Sorumu sorar sormaz danışanım, ‘Keşke annem olsaydı da bu soruyu ona sorabiliyor olsaydım’ dedi. Takiben de bir çok özel durumunu paylaştı. Şimdi benim için migrenin nedenleri aşikar bir şekilde ortadaydı. Danışanım, seans başında ona durumuyla ilgili sormuş olduğum pek çok soruya rağmen, bu önemli bilgilerin hiç birisini  başlangıçta bana aktarmamıştı. Sanki bunları tamamiyle unutmak ister gibi... Fakat tabiki, o unutmak istesede, vücudu unutmuyordu.

Travma konusunda önde gelen isimlerden Dr Peter A. Levine ve psikoterapist Babette Rothschild vücudun hiç birşeyi unutmadığını önemle vurgularlar.

Vücudumuz bir anlamda dünyadaki evimiz, içinde yaşadığımız kabımız. Ondan başka da bir evimiz yok aslında. Onun bize ilettiği bütün işaretler ile sohbet etmemiz,  iyi bir yol arkadaşı olabilmemiz sağlığımız açısından çok önemli.

Sizlere de 2020 yılında mücizevi vücudunuz ile çok güzel bir bağlantınız olmasını diliyorum…

Gelecek yıldaki buluşmamıza kadar keyifle ve sağlıcakla kalın…

Tubagül Karacalar Mandel

www.sifahouse.co.uk