Bir köyün terzisine 1665 yılında Londra’dan içinde kumaşlar bulunan bir paket gönderilir ve önce terzi, ardından da köy haklı yavaş yavaş önce hastalanmaya ve sonra da ölmeye başlar. Sonra ölümlerin hızı artar, bir ayda 78 kişiye ulaşır ve toplamda 800 nüfuslu köyde 260 ölüm olur. Ölüyü doğru sayma işi salgınlarda önemli olmalı!

Öyle bir köy ki; her şeyinde ve her yerinde fare var. Simgesi fare olan müzesi bile var. İngiltere’nin ortasında, Manchester yolu üzerinde ‘Peak District Ulusal Parkı’na giderken…Eyam isimli bir köy. Okunuşuyla ‘Eem’, bataklıkla çevrili anlamıyla ilgi çekici, tarih ama çok ilginç tarih kokan bir köydür. Ölümlerin sebebini tahmin ettiniz sanırım; veba…pire…fare…

1665 yılında Büyük Londra Yangını’ndan bir yıl önce veba salgını yaşanır. Bu salgın, 1346’dan sonra yaşanan en korkunç salgındır, Londra’nın nüfusu yüzde 15 azalır.

İşte Eyam Köyü’nü vuran da bu vebadır. Köyün nüfusu azalınca zorunlu tedbirleri köylüler kendileri alırlar ve çevre köy ve kasabalarla ilişkiyi keserler, gidip gelmezler. Bu şekilde hayatta kalırlar. Ama daha da önemlisi bu davranışlarıyla diğer insanlara hastalığı yaymazlar ve böylece civar köylerde ölüm olmaz…

Bu zor karar 24 Haziran 1666 tarihinde alınır…

Vebalı aileler evlerinden çıkamaz, eşler birbirlerinin ve hatta çocuklarının ölümlerini seyreder. Mühürlenen evlere götürülen yiyecek maddesi karşılığında alınan para enfeksiyondan arındırılmak amacıyla sirkeye batırılır. İnsanlar ölülerini evlerinin bahçesine gömmeye ikna edilir. Şimdi ise bu rastgele taş mezarlar salgının, tarihinin ve vebanın simgesi olarak koruma altındadırlar. Bu salgının acı hatıralarını tüm ayrıntısına kadar köy müzesinde bulursunuz.

Eyam’da bugün hala salgında vebaya yakalanmalarına rağmen, iyileşen insanların kendileriyle aynı gen ve bağışıklık sistemine sahip torunları bilim insanlarının ilgisini çekmekte ve çeşitli bilimsel çalışmalara konu olmaktadır. Çünkü, köyün üçte biri ölmesine rağmen iyileşenler de olmuştur. Bu iyileşmenin, sahip oldukları bir tip kromozom sayesinde olduğunu kabul eder bilim adamları. Hala köyde bu kromozoma sahip insanların torunlarının yaşadığının tespit edilmesi bilim adamlarının köyde ve köylüler üzerinde çeşitli araştırmalar yapmak üzere heyecanlanmalarına sebep olmaktadır.

Endüstrileşme ve şehirleşme ile beraber kırsaldan kente göç İngiltere köylerini de etkilemiştir ama Eyam bir istisna olmuştur samki. Aktif köy yaşamı burada hala devam etmektedir. Bunu biraz da dünyada çok kıt olan bir maden kaynağına borçludurlar; zorlama bir çeviri ile FLORIT sanırım. Seramik, cam ve çeşitli kimya endüstrilerinde kullanılan ve Türkiye’de de Kütahya ve Eskişehir’de az miktarda bulunan damarlı, çeşitli renklerde ve parlak bir cevherdir.

Bu cevherin kıymeti İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kaybolunca imdada turizm yetişmiş ve köy için gerçek bir kurtarıcı olmuştur.

Kıyıda, köşede kalmış bir köy değildir Eyam, İngiltere’nin tam da ortasındadır, yani günübirlik gezilere son derece elverişlidir. Yeter ki hava şartları açısından şans sizden yana olsun. Ayrıca ‘kötü hava yoktur, kötü kıyafet vardır’ avuntusu daha fazla gezmenize sebebiyet verir belki.

Hiç Derbyshire Yulaflı keki yediniz mi? En kaliteli yulaflar bu köy tarlalarında yetişir.

Yolunuzu değiştirmenizi gerektirecek kadar muhteşem ve iyi ki geldik dedirtecek kadar güzeldir. Köy evleri anıtlar kurulunun koruması altındadır. Bu köye gidecek olursanız eminim ki hayatınızdan zengin ama gösterişsiz, eski ama modern, çekici ama tahrip edilmemiş bir köy geçer…

İngilizlerin eskiye olan tutkularını müze görevlisinden dinlerken şaşarsınız; sırf vebalı evin kiracısı olabilmek için evin boşaldığını duyunca koşa koşa evi tutmaya gitmesi hikayesini dünyanın en ilginç olayı imiş gibi size sunmasını dinlersiniz. Gülümsersiniz karşılıklı…

Ayrıca unutmayın…İngilizin zengini köyde yaşar!

Salgından sonra, yeni yaşam, yeni tüketim alışkanlıklarımızla…

Bir köy gezisinde buluşmak üzere!