“Ayıp olmuyor mu?” diye çıkışan olursa, “Kenan Evren’i evimde o dönem zulüm görenleri kurtarmak için ağırlamıştım” dersin...
- Hemen Necip Fazıl’ın “Çile” adlı kitabını edin. Kitaptan birkaç şiir ezberle... Yeri geldiğinde ya da gelmediğinde oku... Müthiş bir etki bırakacağından hiç kuşkun olmasın.
- 28 Şubat’la ilgili anlatacağın iki anın olmalı: Biri “gördüğün zulüm” üzerine, diğeri “yaptığın direniş” üzerine... Her iki türden de anın yok mu? O zaman hiç durma, yaratıcılığını kullan: Uydur.
- “Dedemden dinledim” diye İnönü dönemi zulümleri anlat: “Camiler ahır yapıldı” ya da “İlmihal kitapları bile yasaklandı” gibi... Ama dikkat! Gaza gelip de Atatürk dönemine doğru kayma... Anlattığın bütün zulüm öykülerinin tarihi 1938’in 10 Kasım’ından sonrasına rastlamalı...
- Bir ara etrafta hiç kimse AK Parti’ye oy verdiğini söylemez, bizde şaşkınlık içinde “o vermedi, bu vermedi, nasıl aldı bu parti bu kadar oyu” diye söylenirdik. Dikkat! O dönem geçti... Artık AK Parti’ye oy versen de, vermesen de “oy verdim” demelisin... “Sakın AK Parti’ye AKP deme!” uyarısında bulunmaya gerek bile görmüyorum.
- Tayyip Erdoğan’dan yüz bulamayanın Abdullah Gül’e, Abdullah Gül’den yüz bulamayanın Tayyip Erdoğan’a yanaştığı günler geride kaldı... Tek çaren var: Tayyip Erdoğan’dan yüz bulamayacak duruma düşmemelisin.
- Fehmi Koru’nun düzenlediği “fasıl geceleri” yeniden popüler oluyor. Durumun müsaitse fasıllardan birine sponsor ol... Masrafa değer, olumlu bir etki bırakırsın.
- Türban özgürlüğünü herkes savunuyor. Senin el yükseltmen gerekir. Bir kere “türban” yerine “başörtüsü” demelisin... Ardından da “başörtüsü ilkokulda da serbest olmalı” ya da “Neden başörtülü bir yargıcımız olmasın” gibi cümleler kullanmalısın. Ancak bu yolla bir fark yaratabilirsin.
- Çocuklarından hiç değilse birini derhal en yakın imam-hatiplerden birine kaydettir. Bu dönemde seni kimse yıkamaz.
- Dış politikada yeni parametreleri veriyorum: Suriye’de devrim bekle... İran’ı eleştir... “Nizam-ı Âlem ülküsü”nden söz et... “Hama ah Hama” kitabını yeniden oku...
AKİT adlı gazetenin internet sitesinde Muhteşem Yüzyıl’ın senaristi Meral Okay’ın ölüm haberi şu başlıkla verilmiş:
“O kadın öldü”.
Ortalık toz duman.
Kimi “bunlar nasıl dindar” diyor.
Kimi “ölüye bile saygıları yok” diyor.
Kimi Necip Fazıl’ın “ölüm güzel şey budur perde arkasındaki haber / Ölüm güzel olmasaydı hiç ölür müydü peygamber” dizelerini anımsatıyor.
Herkes kınıyor.
Herkes nefret ediyor.
Herkes isyanda...
Bende ise derin bir kayıtsızlık hâli oluştu. Çünkü... Ben artık bu adamların “dinden nefret ettirmek” gibi bir işlevi gönüllü bir şekilde üstlendiklerine tamamen ikna olmuş durumdayım.
2000 yılıydı.
Ocak ayının başı...
İBDA-C örgütünün lideri olduğu gerekçesiyle cezaevinde tutulan Salih Mirzabeyoğlu, kolları arkasından bağlı bir şekilde mahkemeye getiriliyordu.
İki yanında jandarmalar olduğu halde.
Fakat o da ne?
Salih Mirzabeyoğlu’nun durumu vahim görünüyordu.
Yüzünde yara izleri vardı.
Her tarafı morarmıştı.
Ayağı aksıyordu.
Ayakta zor duruyordu.
Saçları kesilmişti.
Saatler süren işkencenin ardından bu hale getirilmişti Salih Mirzabeyoğlu...
O günlerde bu açık zulüm karşısında hiç kimse “gık” bile demedi.
İslamcı aydınlar sustu.
İslamcı teşkilatlar sustu.
İnsan hakları dernekleri sustu.
Siyaset sustu.
Salih Mirzabeyoğlu hakkında kalem oynatmanın artık sıfır risk taşıdığı bugün kim konuşuyor, kim yazıyorsa o gün sustu.
Ben de susanlar arasındaydım.
Ben de sustum.
Salih Mirzabeyoğlu’nun iki avukatıyla buluştum geçen akşam...
Avukatlar anlattı, ben dinledim.
Ama gözümde hep Salih Mirzabeyoğlu’nun işkence sonrası hali vardı.
Kalbimde ise o gün duruma isyan etmemiş olmanın derin utancı...
Avukatlar, o işkenceyi de anlattılar.
Bütün ayrıntılarıyla...
Biliyorum, o gün susmuş olmamın derin utancını bastırmayacak ama yine de şunu söylemek istiyorum:
28 Şubat’ın olağanüstü koşullarında yargılanan, “anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmek” suçundan idam cezası alan, idam cezası kalkınca da cezası ağırlaştırılmış müebbede dönüşen Salih Mirzabeyoğlu...
Eline silah almamış, herhangi bir eyleme katılmamış, 50’yi aşkın kitap yazmış bir düşünce adamıdır.
Bırakın “ömür boyu ağırlaştırılmış hapis cezası” ile cezalandırılmayı, karakola çekilmesini gerektirecek bir kanıt bile yoktur ortada.
Demem o ki:
Yıllardır tecritte unutulmuş, hakkı hukuku asla savunulmamış bu fikir adamı için önce vicdanlar ayağa kalkmalı, ardından da bir şeyler yapılmalıdır.
GAZETENİN yandaşı olur.
Köşe yazarının yandaşı olur.
Televizyonun yandaşı olur.
Kanaat önderinin yandaşı olur.
Ancak...
Haber ajansının olmaz.
Çünkü...
Haber ajansları eliyle yandaşlık yapmak, teknik açıdan çok zor bir iştir.
Durumu bayağı bir zorlamak gerekir.
Eski dostum Kemal Öztürk’ün genel müdür olmasının ardından “Anadolu Ajansı ve yandaşlık” tartışmaları baş gösterdi.
Muhalefet Anadolu Ajansı’na “yandaş” diyor.
Kemal de kendini savunuyor.
Kimin haklı, kimin haksız olmasından daha önemli olan şudur:
En azından yakın tarihte “hükümetlere yandaşlık yapmak” gibi bir suçlamaya maruz kalmamış Anadolu Ajansı, nasıl oldu da bugün bu tür tartışmaların odağı haline geldi?
Kemal Öztürk esas işin bu noktası hakkında düşünmelidir.
Tabii “yandaş ajans” suçlamasını mesele ediyorsa...
- Gecenin bir vaktinde geçmişi gizler taşıyan kâbus evler üzerine yapılmış Amerikan filmlerinden birini izleme isteği...
- Yağmurun yağdığının fark edildiği anda hızla sokağa çıkma isteği...
- Can sıkıntısının baş gösterdiği anda Twitter’daki profil fotoğrafını değiştirme isteği...
- Havanın karardığı anda Harbiye üzerinden Taksim’e doğru hızla yürüme isteği...
(Hürriyet)