Mont Pelerin’de verdiklerimiz

Mont Pelerin müzakere süreci, bilip de bilmediğimizi sandığımız birçok gerçeği gene bize tekrardan hatırlattı. Herhalde dünya siyasetinin üzerimizde yarattığı baskı, birçok gerçeği bize zaman içinde unutturuyor veya da görmememize yol açıyor.

Rum ve Batı medyası tarafından, aynen geçmişte müzakere masasına oturan tüm Rum liderlerin “adada çözüm isteyen melek”ler, Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin de “Çözüm istemeyen ve hiçbir öneriyi kabul etmeyen Mr.No”lar gibi yıllardır tanıtılmasının arkasına saklanan Anastasiadis, gerçekte Mont Pelerin zirvesini tıkamak ve Akıncı’yı ve dolayısı ile Türk tarafını  anlaşmaz taraf olarak tanımlamak ve lanse etmek için Mont Pelerin’e gitti ve bu doğrultuda elden geleni yaptı.  

  

Akıncı’yı “Anlaşmaz taraf” konumuna düşürmek çabaları içinde birçok tavizi de koparmayı başardı Anastasiadis Mont Pelerin’de ve Mont pelerin öncesi görüşmelerde.

BM Parametrelerinde yer alan “İki bölgelilik kavramı” ve bu bölgeleri oluşturan toplumların “gerek nüfusta gerekse de mülkiyette nitelikli çoğunluğa sahip olacakları” koşulu, Akıncı’nın “Dört Özgürlüğü” ve “Dört Rum’a bir Türk nüfus oranı”nı kabul etmesiyle açıkça berhava oldu. Ve işin kötü tarafı Türk tarafı adına kabul edilen bu iki koşul, artık ebediyen, bir anlaşma olana kadar masada duracak. Akıncı’dan sonra gelecek olan Kıbrıslı Türk liderler de bu kabulü bir türlü ortadan kaldıramayacaklar.

Anastasiadis’i köşeye sıkıştırmak için Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının yüzde 30’dan aşağıya olmaz uyarısına rağmen Kıbrıslı Türklere kalacak “Toprak yüzdeliği”nin “5’li konferans tarihi” belirlenmeden önce en düşük yüzde 28.2, en fazla yüzde 29.2 olarak masaya koyması ise bir başka stratejik hata. Hatadan da öteye Kıbrıslı Türkler için çok büyük bir kayıp, büyük bir yenilgi. “Kağıt üzerinde iade etmeyi kabul ettik” denilen toprağın miktarı KKTC topraklarının yüzde 25’i ile yüzde 20’si büyüklüğünde, dörtte biri ile beşte biri arası bir miktar.

İade edileceği belirtilen bu toprakların toplam değerinin, 1963-1964 yılları arasında Rumlar tarafından yakıp yıkılan Türk mülkiyetinin, BM’nin adaya gönderdiği “Fact finding” “Gerçekleri tespit” ekibi tarafından kaleme alınan “Ortega Raporu”nda belirtilen miktarından daha az olduğu bir başka gerçek. Bugünün parası ile 2 Milyar Dolar civarında olan, 1963-64 yılları arasında Kıbrıslı Türklerin yakılan, yıkılan evleri, arazileri, el konan hayvanları, zahireleri, dükkanları ve varlıkları hala daha tazmin edilmiş değil. Manevi tazminatın değerini biçmek ise hiç mümkün değil. Soykırım yıllarında çektiğimiz çilenin, kaybettiğimiz geleceğimizin bedeli belki de adanın tümüne bedel. Niye biz bu toprakları iade diyoruz tazmin edilmeden bunu anlamak hiç mümkün değil.

Hem Kıbrıs’ta olayların 1963 yılında başladığına kimseyi inandıramıyoruz, hem de bunca zararımıza rağmen tazmin edilmiyoruz. Üstelik Rumlar ve Yunanlılar Kıbrıs sorunun 1974’de başladığı kuyruklu yalanına hem kendileri inanmış, hem de dünyaya yutturmak için elden geleni yapıyorlar.     

Anastasiadis’in masadan kaçıp, Kıbrıs’a döndükten sonra “Bıraktığım yerden devam etmeye hazırım” demesini anlamak ve herhangi bir etik kuralın içine oturtmak zor. Madem bıraktığı yerden devam edecekti ne diye müzakere masasını terk etti, ne diye müzakereleri çıkmaza soktu, bunu önce Rumlar, sonra da aramızdaki Rum sevdalıları ve de Rumların destekçileri açıklamalı….

Müzakereleri iyi niyetimizden aleyhimize döndürdüğümüz kesin. Hatanın neresinden geri dönsek kardır. Anastasiadis’in daha dün yaptığı “Bizim için Kıbrıs sorunu ‘Türklerdeki gibi’ bir seçim konusu değil, bir ulusal çıkarlar konusudur” açıklaması Rumların tüm niyetlerini ortaya koyuyor. Çekinmese “Megali İdea uğruna hayatımı feda ederim” diyecek ama daha zamanı değil. Şimdilik bunu söyleyemiyor ama yukardaki cümle işittiriyor...