Meselenin esası!…

Herkesin fark ettiği gibi AK Parti ve MHP, 15 Temmuz 2016’dan sonra neredeyse 180 derece dönüşüm geçirerek çok farklı bir siyasi yol izlemeye başladı…

Her iki parti liderinin, “önce şöyle söylüyorlardı, şimdi böyle söylüyorlar” şeklindeki videoları medyada sürekli dolaşıyor zaten…

Özellikle MHP kanadındaki çoğu kişinin anlam veremediği bu dönüşüm hakkında, hasbelkader o camianın içinde bulunmuş birisi olarak benim de görüşümü soranlar var…

Değişimin miladı 15 Temmuz olduğuna göre, her iki partinin de bu darbe teşebbüsünden aldığı çok önemli dersler olmalı…

Pirincin içindeki beyaz taşlar misali kırk yılı aşkın bir süre boyunca kendini gizlemeyi başaran; emniyet, istihbarat, ordu ve yargı başta olmak üzere bütün önemli kamu kurumlarını, çeşitli düzenbazlık ve sahtekârlıklarla kadrolaşarak ele geçiren bu hain örgütün foyasının ortaya dökülmesi;

Dış güçlerin maşası olan bu lanet çetenin, askeri bir darbeyle devleti yıkmaya çalışması;

Tarihte benzeri görülmemiş şekilde “terörize” olarak icra edilen darbe girişimin AK Parti ve MHP tarafından son anda ortak hareket edilerek önlenebilmesi karşısında; haliyle her iki parti kendilerine durumdan önemli vazifeler çıkardı…

2017 yılı Anayasa değişikliği ve sonrasında kurulan ittifak ortaklığı bu vazifelerin en başında gelir…

Genel Başkanlık görevini üstlendiği ilk gün, “önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben” anlayışıyla hareket edeceğini söyleyen Devlet Bahçeli’nin, 15 Temmuz sonrasında gösterdiği o dönüşümün nedeni esasında bu anlayışında saklıdır…

Bahçeli, partisinin oy kaybetme tehlikesini göze alarak, kendince “ülke ve millet menfaati” için yeni bir yol haritası belirlemiştir…

Devletin ciddi bir “beka” sorunu yaşadığını söyleyerek, bu zorlu dönemin R. Tayyip Erdoğan liderliğinde atlatılabileceğine inanmıştır…

Benzer bir refleksle R. Tayyip Erdoğan da, bu süreci tek başına sürdüremeyeceğini görmüş; önceki siyasi çizgisinin kulvarını Devlet Bahçeli’ye yakınlaşacak şekilde değiştirmiştir…

Aslında “meselenin esası” budur

İhanet şebekesinin 15 Temmuz’daki darbe girişimi, AK Parti ve MHP açısından önceliği “devleti korumaya” verdirtmiştir…

Akabinde, Suriye ve Irak sınırlarımızın güvenliğini tehdit eden terör faaliyetlerinin çoğalması ve bunları destekleyen dış güçlerin Türkiye içinde zayıf ve güçsüz bir yönetim beklentisine girmesi, “önce devleti koruma” refleksinin neredeyse on yıl boyunca aktif tutulmasına yol açmıştır…

MHP bu on yıl boyunca, sözünü ettiğim reflekse zarar verir endişesi ile hükümet icraatları noktasında etliye sütlüye karışmamıştır…

Devletin sorunlarıyla ilgilenmiş; ama milletin sorunlarıyla ilgilenmeyi AK Parti’ye bırakmıştır…

Asgari ücret, işsizlik, faiz, döviz, enflasyon, hayat pahalılığı, torpil, liyakat, emekli maaşı, memur zammı, esnaf, çiftçi, tarım, eğitim ve sağlık gibi konularda doğru dürüst demeç bile vermemiştir…

Kendi mensuplarının bürokraside yaşadığı sorunlara dahi müdahil olmamıştır!...

Ben artık bu on yılın sonrasında, MHP’nin durumu yeniden gözden geçirmesinin zamanının geldiğini düşünenlerdenim…

Çünkü; yalnızca “Devleti koruyalım” derken, o sırada millet elden gidecek!...

Öyleyse bunu artık bir dengeye oturtmak lazım…

Tabi ki bir yandan devletimizi korumaya devam edelim… Ama kronik hale gelmiş bazı sorunların Milletimizi iyice bunalttığını da görelim…

Özellikle zengini daha zengin, fakiri daha fakir hale getiren şu ekonomik düzene daha fazla kayıtsız kalınmasın…

Tüm dikkatleri “devleti korumaya” verdiğinizde, arkanızda ve gölgenizde kalanlardan, orada çevrilen dolaplardan haberiniz olmuyor!...

Milletinizi kimlerin insafına terk ettiğinizi fark edemiyorsunuz…

Millet elden çıktıktan sonra, salt devleti korumanın ne manası kalır?

Bir müddet Milletimize, Milletimizin günlük sorunlarına odaklanmak gerek…

Başımızı biraz milletin nüvesi olan “aile” kurumuna doğru çevirmek gerek…

Halihazır politikalar “ailenin korunmasına” yetmiyor!...

Gençlerimizin çoğu maalesef ekonomik zorlukları bahane edip evlenmiyor…

Müteahhitler sürekli (3+1) daire yerine (1+1), (1+0) konutlar inşa ediyorlar!...

İnsanlar aile ortamından uzak kalınca milli değerlerinden, milli duygularından da uzaklaşıyor…

Maddi yokluklar, manevi kayıpları beraberinde getiriyor… Aile dağılmazsa, millet de dağılmaz…

Türk kültüründe, millet” kavramı “devlet” kavramından hep öncedir…Yani, esas önemli olan millettir… Devlet, millet için vardır…

Bu anlayışı İslam ile harmanlayarak asırlar boyunca omuzlarımızda taşıdık ve bugünlere getirdik…

Çağlar boyunca birçok büyük devlet kurduk… Çok çalıştık ve yüksek medeniyetler inşa ettik…

Fakat bir süre sonra o devletler yıkıldı ve tarih oldu…Ama Türk Milleti her zaman dimdik ayakta kaldı!...

Küllerinden yeniden doğmasını bildi… Her musibetten bir ders çıkardı ve daha da güçlenerek yoluna devam etti… Devlet kurma yeteneğini asla kaybetmedi…

En son 1923'te tüm dünyaya buna göstermedik mi?

Demem o ki; devletler kurulur, yıkılır…

Bunların hiçbiri sorun değildir… Asıl sorun; “milletin” yıkılmaması, “milletin” yok olmamasıdır!...

Bu millet; nice depremler, nice afetler geçirdi… Savaş meydanlarında nice mağlubiyetler yaşadı… Ama hiçbirinde yok olmadı…Bir öldü, bin dirildi!... Azaldıkça çoğaldı!...

Sözün özeti; yalnızca devletini önemseyerek Türk Milletini koruyamazsınız…

Şu aralar, Milletin “Türklük” kimliğini “Türkiyelilik” diye saçma sapan bir şekilde değiştirmek isteyenlere gelince…

"Kimlik" ve "kişilik" birbirinden başka şeylerdir…

"Kimlik" değişmez, lakin "kişilik" değişebilir...

Nerede, ne zaman doğduğunuz, soyunuz sopunuz, atanız dedeniz sizin kimliğinizdir... Kimlik, bunlardan biri değil, bunların hepsinden oluşan bir bütünüdür!...

Kişiliğinizi ise; eğitim ve kültür seviyeniz, ahlakınız, vicdanınız, inancınız ve davranışlarınız belirler...

O halde; “Türklük” bir kimliktir...“Müslümanlık” ise kişilik...

Sapla samanı birbirine karıştırmayalım... Bazı kendini bilmezlerin, "Müslüman değilse Türk değildir" gibi saçma sapan sözlerinin de bir değeri yoktur!...

Hiç kimsenin bir başkasının kimliği silmeye veya unutturmaya hakkı olamaz...

Literatürde bunun adı “asimilasyon” dur… Asimilasyon da, Sayın Cumhurbaşkanımızın dediği gibi bir insanlık suçudur!...