Babama ilk defa ‘faşist kime denir, komünist kimdir?’ diye sorduğum günü hatırlıyorum. Evin mutfağında bir masada oturmuş günlerdir içinden çıkamadığım bu sorunun yanıtını arıyordum. Kendi imkanlarımca aramış soruşturmuştum ama bulduklarım bana yeterli gelmemişti. Bu sorum babamı şaşırtmıştı eminim. Birkaç saniyelik sessizliğinin ardından tebessüm etti, sandalyeyi yanıma çekti ve anlatmaya başladı. Sağ- sol olaylarını anlattı… “Sağımın sarımsak, solumun da soğan” olmadığını o gün idrak ettim. Konuşması bittiğinde benim de kafam da taşlar yerine oturmuştu. Ama bu sefer de ‘ee ben bunlardan hangisiyim’ diye sormuştum kendime. Dalgın dalgın düşünürken; “Bana sorarsan iki görüşün de kendince haklı olduğu noktalar var” sözleri dökülmüştü dudaklarımdan çok net hatırlıyorum…

İlk kez sandığa gidip oy kullandığımda da aklımda bu düşünce vardı… Seçimden önceki gece ‘sola biraz daha yakın bir düşüncem’ olduğu düşüncesiyle yola çıkarak özgür irademi kullanmadım. Eve geldiğimde zerre kadar pişmanlık da duymadım…

Şimdi yıllar sonra yine kendimi bu soruyu sorarken buluyorum… ‘Benim siyasi görüşüm ne’? Çocukluk dönemlerimde aklımı kemiren bu soru, erken seçim dönemine girmemizle birlikte bir kez daha beynimi kemirmeye başladı. İçinden çıkamadığım bu durumu köşeme taşıma kararı aldım çünkü farklı çevrelerle bu konuyu konuştuğumda ‘e tamam sen bizdensin’ diyor. Güya zıt olan diğer cepheyle yaptığımız sohbetlerde de durum aynı… Acaba benim mi bir siyasi duruşum yok yoksa benim görüşüm o bilindik sağ ve sola uymuyor mu artık? Lütfen biri bana bu konuda yardımcı olsun…


Kendimi analiz ettim… Bir birey olarak hassasiyetlerimi biliyorum. ‘Devletin başında bulunan kişileri takdir etmesem bile, kurumlar konusunda hassasım. Başbakan ya da Cumhurbaşkanı ile görüş ve yorum farklarım oluyor. Ama konu Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık olduğu zaman koruma zırhımı hemen giyiyorum. Kendi ülke topraklarımda başka bir bayrağın dalgalanması beni tedirgin ediyor. Ama aynı zamanda farklı halklar ve kültürlerin de bu coğrafyalarda yaşama ve varlıklarını idame ettirme hakları olduğunun farkındayım… Benliğimi son derece rahatsız eden süreçler yaşansa dahi toplum yararı gereği ya da toplumun yüzde ellisi bu yetkiyi verdiği için bu süreçleri sineye çekiyor ve halkımın iradesine saygı duyuyorum. Yine de kendimce olumsuz gördüğüm yanları eleştirmekten de çekinmiyorum. Savaş değil barış istiyorum. Sözde değil özde… Ama bir gün ülkem için ‘kalk cepheye mermi taşı’ deseler koşar adımlarla giderim bunu da biliyorum. Yeniliğe çok önem veriyorum. Çağı ve günü takip etmenin gerekliliğini biliyor, diğer ülkelerin saygı duyduğu bir ülkenin mensubu olmak için mücadele etmekten çekinmiyorum. Bu konuda gerekirse gönüllü olarak seve seve günler, aylar süren ek mesailere de hiçbir karşılık beklemeden hazırım.
Bir haksızlık gördüğüm zaman susamıyorum. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın da varsın her gün yüz yüze baktığım adamı soksun” demiyorum. Biri haksızlığa uğruyorsa sesimi yükseltiyorum zaman zaman onu korumak için kendimi ateşe atıyorum.

Devletimin imkanlarının umarsızca harcanmasını, bir siyasetçinin halkın verdiği imkanlarla geldiği makamları halka karşı kullanmasını kabullenemiyorum. Benim ülkeme zarar verenlerin, ülkesini sevmeyenlerin bu topraklarda barınmasını istemiyorum. Başörtüsüne de karşı değilim alkol tüketimine de… Bunların insanları ayrıştırmasına son derece karşıyım. Dinin allah ve kul arasında olduğunu biliyor ve en büyük hesabın mahşer gününde verileceğine inanıyorum. Bunun haricinde yaptıklarımdan ötürü kimsenin beni yasaklaması, ayıplaması ya da fişlemesini kabul etmiyorum, bunun kimsenin haddine olmadığını savunuyorum.
Öyle ‘bu coğrafya da bir tek Türkçe olsun bu coğrafya Türk olsun’ diye diretmiyorum da… Kürdü de benim kardeşim Çerkezi de Lazı da… “Rumlarla aynı çatı altında asla yaşamam” da demiyorum ama herkesin kendisinin ve komşusunun sınırlarını bilmesini, bu sınırlara saygı göstermesini istiyorum.

Toplumun bir kesimi gittikçe zenginleşirken, bir kesiminin de gittikçe fakirleşmesine karşıyım. ‘Komşusu açken tok yatanı kendimden saymıyorum’… Bunu ötekileştirme olarak değil vicdansızlık olarak sayıyorum.
Bir yandan yenilikleri benimseyip onlarla uyum sağlamaya çalışırken bir yandan da gelenek ve göreneklerime sahip çıkıyorum. Atamı da biliyorum nenemi de … Kendi çocuklarımın da bunu bilmesini ve asla unutmamasını istiyorum.
Mustafa Kemal Atatürk’ün hala Türkiye Cumhuriyeti’nin başına gelen en güzel şey olduğunu düşünüyorum.
1900’lü yılların Türkiyesi’ni nasıl bir anda yüzlerce yıl öteye götürdüğüne, öngörüsüne, vizyonuna, sorun çözmedeki yeteneğine, hızlı karar ve sorumluluk almasına imreniyorum… Onun ilkelerine sahip çıkmayı, onları ilelebet muhafaza ve müdafaa etmeyi kendime görev sayıyorum…

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin göz bebeğimiz olduğunu biliyor ama ordu içerisinde imajı bozan, kendi menfaatleri uğruna bütün teşkilatı zan altında bırakacak ve lekeleyecek işler yapanların ise en ağır şekillerde cezalandırılmasını istiyorum.
Yıllar sonra yeniden düşünüyorum ve bulamıyorum… Benim beklenti ve taleplerimi karşılayabilecek siyaset hangisi? Sağ mı, sol mu yoksa ben arada mı kaldım?


Herkese iyi hafta sonları…