Kışın soğuk öğleden sonra ve akşam saatlerinde kitap okumak için kuytu, sıcacık, samimi ve pozitif bir ortam ararsanız Londra şahane imkanlar sunar. Bir de odun ateşine doğru olan koltuğa yerleşebilirseniz ortam belki sizi daha da içine alır, kim bilir?
Kış günlerinde daha gidilesi bu yerlere, içeride alkollü içecekler de var diye burun kıvırmamalı. Herkesin gidemediği, bilmediği, gitmeyi akıl etmediği, alışkanlıklarında bu tür edebiyat aşkı olmadığı gibi sebeplerle gitmediği yerlerdir buralar. Ancak birkaçında geçirilecek bir 1 saat farklı hissettirir kanaatindeyim. Çoğunda zaten çay-kahve var diye rahatlayabilirsiniz. Alkolsüz kokteylleri de şahane diyerek yanından geçerken bilinemeyecek kadar saklı lakin içeri girince şahane birkaç yeri şuraya derledim.
Bence güzel ve yakışıklı evleriyle sokaklarında gezmeye bayıldığımız Maida Vale ile başlamalıyım. Çünkü eğer buralardaki evleri, içerideki yaşamı, merak ederseniz sizi bu evlerden birine götürecek, adeta onlardan bir tanesinin oturma odasında, şömineye karşı oturuyormuş gibi hissettirecek bir kütüphane evi/kafesi; The Library at The Hero; şahane değil mi?
Duvardaki kitapların dizilişinden, rafların estetiğinden mobilyaların tatlılığı, eskiliği ve hoşluğunu fark etmemezlik olmasın lütfen!.
Burada bir kahve eşliğinde kaç sayfa okunur şimdi kış serisi kitaplarınızdan efenim?
Belki de hiçbir şey okuyamazsınız, etrafa bakmaktan koklamak ve ellemekten. Hatta oturduğunuzda koltukların konforunu da hissedemeyebilirsiniz eğer ayakta durup elinizdeki kokteylin sizi götürdüğü raflardaki gezintinizi bitirmediyseniz. O zaman bir başka defa belki alt kattaki restorana akşam yemeğine gidersiniz de burası da aklınızda olduğu için şöyle yemekten önce bir kere daha göz atmak istersiniz.
‘Oturmalı mı oturmamalı mı! diye siz karar verirsiniz.
Başka bir gün evden birkaç saat uzak kalıp iş de yapmak isterseniz şahane bir yere geçelim şimdi; King’s Cross’un The Library Lounge isimli yeri. Kitap, kahve ve bilgisayar kombinasyonunuzu evde de yapıyorsanız ve bunu değişik bir tad ile yapmak isterseniz birkaç kere denemek güzel olur kanaatimce. Treninizi beklerken, Ulusal Kütüphane’deki çalışmalarınızı bitirdikten sonrası için kısa bir mola da olabilir. Tadı damağınızda, keyfi aklınızda kalır ki bir daha geri dönmek üzere not alırsınız.
Peki…Covent Garden’da olup bir de o dehşet kalabalıktan uzak olmayı isterseniz bir kitap barı/kafesi var desem!. Hemen ne kadar da merkezde; The Library at the NoMad.
Kitaba ve içeceği akma kaçamağı da denir buraya; Charming and romantic der İngiliz dostlar. Kültür ve tarih barı.
Sabahtan akşama kadar kalarak hem işlerinizi halledebilir ve hem de hiç sıkılmadan kendinizi kendi oturma odanızda hissedebilirsiniz. Bunun için sadece şahsi eşyalarınızı almanız yeterli. Kitaplar şahane bir derleme ile geniş bir raf seçeneği ile sunulmuş durumdadır. Kahvaltı ile başladığınız kitap seçimi belki de binanın kendi görkemli tarihine dalacağınız bir başlangıç olur. Öğle atıştırmalıkları ile Covent Garden’ın 1760’lı yıllarına dalarsınız ve sonra sebze hali izbeleliğinden nasıl bu kadar çekici bir noktaya geldiğinin kısa tarihi ile mest olursunuz. Akşam olup artık çıkmak istediğinizde gecenize ağzınızdaki tatlı kokteylin hoş ve tatlı tadı eşlik eder. Van Gogh da Londra günlerinde öyle yaparmış…ben ondan duydum.
‘İçmek ya da içmemek’ tek mesele bu olsa keşke…
Covent Garden gibi kalabası bol yerlerden sıkça geçiyorsanız bir kitapçı kahvesi daha. Piccadilly’deki Maison Assouline üzerindeki Swans isimli kitapçı barı. Kitapçıya girince enteresan kitaplarla tanışırsınız, almak da gerekmez ama gözünüz kitapta ve burnunuz içeceğinizdeyken eski bir banka binası olduğunuzu düşünmek güzel olur.
Tiyatronun kitap barına gitmek nasıl olur acaba?
O zaman Shepherd’s Bush’taki Library Bar at the Bush Theatre isimli yeri deneyin. Ne kadar da ulvi bir mahallede diye düşünmemek işten bile değil; shepherd sözcüğü ile Hazreti İsa ve ‘bush’ sözcüğü ile de Hazreti Musa peygamberler aklınıza gelir.
Burası gün gözüyle şahane bir çalışma mekanıdır; kahve dumanı ve kokusu yardımıyla alevlenen yaratıcılık ve çalışma isteği gelir insana. Bence üretmek ve etkin çalışmak gibi sorunları olana birebir bir yer. Ben kendimden biliyorum. Kesinlikle bir denemek gerekir. Akşam olmaya başlayınca artık belki çıkarsınız zira Londra’nın en iyi şarapları ile bespoke kokteylleri ile daha da yaratıcı olmaya gerek olmayabilir.
Tiyatro kafe/barında ‘Okumak ya da okumamak’ buna da siz karar vereceksiniz.
Ertesi gün belki eğer Türkçe’nin de yaygın konuşulduğu Chelsea’ye giderseniz bu kafeye mutlaka gidip kitapları itina ile elleyin.
The Phone; şahane konforlu ve temiz koltukları ile. Yaşadığınız ortamdan, kişilerden ve mahalleden zaman zaman uzaklaşıp kitap okumak, ofis işlerinizi yapmak için bir yer ararsanız zaman zaman mutlaka denemelisiniz derim. Büyük, katlı, bahçeli, geniş, ferah ve tarihi. Üstelik etraf da antika değerinde kitaplar ile çekici hale getirilmiş.
Mavi renk güzel olmakla beraber okumak için daha bir loşluk olsun derseniz…
Veya Ezop’tan Masallar?
Sizin hayatınıza da girmişse ve bir dönem yaşamınızı süslediyse hoşunuza gidecektir. Buyurun; The Fable…The Fable isimli yerdeki o masaya oturun derim.…hem merkezde ve hem de bu kadar huzurlu. İstanbul’da bile yok böylesi.
Orijinal, acayip, beklenmedik yerleri severseniz bunu da seversiniz.
Şuracıkta hemen bir tane daha var; biraz daha şehir merkezine yakın olduğunuzda aynı duygularla bir kitap kafeye kaçmak istediğinizde Holborn’da hem edebiyatçı ve hem de hukukçuların mahallesine gidin ve karikatür serüvenine çıkın; Scarfes Bar…yaşayan karikatür sanatçısı Gerald Scarfe’ın adına ve duvarları süsleyen karikatürleri ile. Raflarda da binlerce antika kitap.
‘Sevmek ya da sevmemek’…