1759 yılının gri, sisli ve bu sebeple kasvetli Ocak ayında açılan ‘British Museum’ size biraz da eski eser toplama kampını düşündürür bazen. Çünkü eserler tasnif edilerek yan yana dizilir. Geldiği yer, yapıldığı zaman gibi künyeler ile ziyaretçilere yardımcı olunmaya çalışılsa da zorlama birşeydir bu aslında.

Bir de eğer etrafınıza duyarlı ama çekilmez diye tanımlanan biri iseniz ve bu müzeyi gezme planınızı uzun süredir yapıp heyecan içindeyseniz etrafınızda dolaşan ama gezgin bir ruha sahip olmayan ürkütücü kabalalıkların gürültülü varlığı huysuzluğunuzu biraz daha artırabilir. Bir an önce eserlerin önünde pozlarını tamamlayıp müze kahvehanesine gitse de burası size kalsa diye düşünürsünüz.

O halde tüm bu duygulara bir de üzüntüyü ekleyeceğiniz bir kısım var. Müzenin 15 ve 16 nolu özel kamp seksiyonları Ege güneşi altında parlamak için yapılmış Likya’nın mezarlarının yeridir. Burada mutlaka sessizce bir süre kalmak ve doyasıya bakmanız istersiniz.

Anadolu’nun bu ilk mezar anıtı da Likya’nın Xanthos (Ksanthos)’undadır demeyi kim istemez ama British Museum’dadır maalesef…

Anıtın altıda da ‘Osmanlı otoritelerinden alınan özel izinle kazıldı ve taşındı’ denir. Bu bizi kızdırsa ve çalındığını iddia etsek de aslında doğrudur, hem yerel valinin ve hem de Padişah’ın izniyledir…

Yine de geri gelse şahane olur, 'Eserler Ait Oldukları Yerde Güzeldir!’

İngiliz gezgin ve daha sonra arkeolog olarak da anılan sir ünvanını da alan Charles Fellow sadece Likya’yı kazıp topyekün İngiltere’ye taşımadı. Aynı zamanda günümüzde turist kafilelerinin yapmakta zorlandığı, bu devirde bir pek çoğumuzun bilmediği antik şehirleri Bitinya’dan Firigya’ya, Pisidya’dan Pamfilya’ya, Lydia’dan elbette Likya’ya kadar sistemli olarak gezdi. Anadolu’nun eski medeniyetlerinin bıraktığı eserleri yapıldıkları yerde gördü. Likya’nın kayıp şehri Xanthos’u buldu, kazmaya karar verdi.

İngiltere’ye geri döndü, ’A Journal Written during an Excursion in Asia Minor' isimli eseri yazdı, Türkiye’ye geri gitti, kazı izni için çabaladı, aldı ve kazdı, Nereidler Sütunu’nu İngiltere’ye taşıdı.

Ne şahane bir bilgiye sahip olduğunu kabul etmemiz gerekir.

Nereidler Sütunu ilk anıt mezar olmasının yanında podyumlu mezar mimarisinin ilk örneğidir. Mezara ismini veren deniz perileri Nereidler ise 12 heykel grubu olarak frizlerin kenarlarına sıralanmıştır. Bu frizleri sergilendikleri büyük odada biraz geri çekilerek, bazen de yakınlaşarak ve ayrıntılarının içine girerek analiz etmek güzel bir tecrübedir. Ayaklarınızın ağırdığını ve zamanın geçtiğini anlamayacaksınız.

Sir Fellow'un aynı zamanda yerel hakları, adetleri ve Osmanlı toplumuna ışık tutabilecek nitelikte objektif gözlemler yaptığı kanaatindeyim. Gezdiği yerlerde aldığı notları kitap olarak bastığı eserine taşıdı. Ziyadesiyle ilginç ve keyifli notlar düştü. Türklerin temizlik konusundaki tutkusunu anlattı. Asla yere tükürmediklerine işaret ederek tutum, görgü ve terbiyelerinin medeni Avrupa’yı utandıracak boyutta olduğunu yazdı. Şimdi bu tespit halimize bakıp bizi de şaşırtmıyor mu?

Ayrıca Abdülmecit Han’ın kendisini ve yaptığı reformları da anlattı eserinde. Dolayısıyla İstanbul’da da gözlem yapacak uzun bir zaman geçirdi.

Abdülmecit Han’ın uzun boylu olmamasına rağmen heybetli ve çevik duruşu gerçekleştirdiği reformlar kadar çekici gelir kendisine. Türk toplumunun hızla modernleşmekte olmasının yanı sıra politik, ekonomik ve sosyal liberalleşmenin ‘din elden gidiyor’ olarak algılandığının enteresan bir analizini de yapar.

Şimdilik iyi okumalar, sonrasında iyi gezmeler dilerim.