Laik mastürbasyon üzerine (bir monolog)

BUGÜN beni bir süredir çok rahatsız eden ve aslında toplumu içten içe kemirip çürüten, ülkemizin geleceğini karartan bir sorundan bahsedeceğim.
Benim mastürbasyon olarak tanımladığım bir laik söylem var. Bu ülkenin her yerine yayılmaya başladı, benzer hayat tarzını paylaşan bir kesimin ortak düşünce sistematiği bu.
Sadece kendini tatmin etmeye yarayan, başka hiçbir değeri olmayan bir düşünceye sahip bu insanlar, aynı zamanda kendilerini neredeyse paralize eden bir korku içindeler.
Onlara göre Türkiye'de iyiye giden hiçbir şey yok. Var olduğunu görseler bile, bizi beklediğini "gördükleri" daha başka tehlikeler yanında bunun fazla önemi olmadığını söylüyorlar.
Bunlar AKP ve cemaati, genelde dindarları belirli kalıplar içinde düşünmeye kategorize etmeye alışmışlar. Bunun dışında laf etmeye çalışan insanlar da onlara göre düşman.

BENİM İHANETİM
Örneğin beni bir ihanet içinde görüyorlar. Onlara göre ben kendilerinin ortak paylaştıkları nefret ve korku söylemini paylaşmadığım için ihanet içinde olmalıyım.
Onlara, "Benim böyle olduğumu farz edelim, peki siz ne düşünüyorsunuz?" diye sorduğumda işte o zaman asıl korkunç konuşmalar başlıyor.

HER BİRİ BİR 28 ŞUBAT DARBECİSİ GİBİ
Bunların her biri karşımda birden 28 Şubat darbecisine dönüşüyor. Onlar için AKP'li veya cemaatten olup da iyi olabilecek bir insan yoktur. O insanların hepsi kötü ve kötülük yapmak için çalışan kişilerdir.
"Bizler kendimizi bunlardan korumak için bir şeyler yapmalıyız; eğer yapmazsak çok yakında şeriat altında yaşayacağız" diye korkularını anlatıyorlar.
Bu söylem tek bir insanla sınırlı kalsa, "Bu sadece tek bir insanın paranoyası" der, unutur gideriz. Ama bu söylem bir grubun, hatta bir sınıfın kolektif bilincinde artık. Popüler deyimle beyaz Türklerin paylaştığı, gündelik hayatlarını belirleyen söylem oldu bu maalesef.

EĞİTİMLİ, MESLEKLİ İNSANLAR
Tabii bunların çoğunluğu eğitimli, meslekli düzgün insanlardan oluşuyor. Onların söylemini ülke açısından tehlikeli yapan da işin asıl bu yönü.
Türkiye içten içe kemiriliyor, tehlikeli biçimde bölünüyor. Bir tarafta AKP iktidarına koşulsuz, sorgu sualsiz destek verenler, diğer tarafta ise AKP'ye koşulsuz, sorgu sualsiz nefretle karşı olanlar var.

ZİHİNSEL MASTÜRBASYON
İki tarafta da karşısındakine yönelik nefret söylemi var. Her ikisi de kendi söylemleri içinde çok mutlu. Karşıdakini, ötekini anlama çabası hiçbirinde yok. Kendileri söyleyip kendi söylediklerini seviyorlar. Bu bir tür zihinsel mastürbasyon.
"İki tarafta da bunun olduğunu söylüyorsan neden sadece kendilerini laik görenleri yazmayı tercih ettin" diye soracak olursanız, "Çünkü benim gerçekten tanıdığım bunlar. Onlarla aynı hayat tarzını paylaşıyorum, aynı mekânlarda bulunuyorum, gündelik yaşamda onlarla birlikteyim. Bu yüzden onların konuşma biçimlerini, yaklaşımlarını, tehlikeli gidişatlarını çok daha içten, derinden tanıyorum" derim.

KONUŞMALAR GENELDE ŞÖYLE OLUYOR
Bu nefret söylemi benim birçok defa yaşadığım şu şekilde ortaya çıkıyor.
Bir kamusal alanda kendi halimde yazı yazmaya çalışırken yanıma çok efendi ve saygılı bir şekilde yaklaşıyorlar. "Bir şey söylemek istiyoruz" diyorlar. Ben gayet tabii ki "Buyurun oturun" dedikten sonra dinlemeye başlıyorum. Bu arada gelenlerin çoğunluğunu da kadınlar oluşturuyor.
Benden nasıl hayal kırıklığına uğradıklarını anlatarak başlıyorlar sözlerine, ardından benim nasıl böyle bir ihanet içinde olabileceğimi anlamadıklarını söylüyorlar. "Siz nasıl 'bu insanlara' onları anlamak için yaklaştığınızı söyleyebiliyorsunuz, onların asıl niyetlerini sakladıklarını göremiyor musunuz, sizi nasıl kandırdıklarını göremiyor musunuz?" diyorlar.
Ben bu tepkiyi çok önceden tahmin etmiş ve beklemekte olduğumdan hiç şaşırmıyorum, sinirlenmiyorum. "İzin verirseniz size ne yapmaya çalıştığımı anlatayım" diyorum.

ALTERNATİF SÖYLEM OLUŞTURMAK
Türkiye'nin yıllardır nefret söylemlerinden çok çektiğini, ötekini hiç anlamaya çalışmadan sadece içimizdeki önyargılar ve yerleştirilmiş nefretlerle düşünüp konuşursak Türkiye'nin daima bölünmüş bir ülke olarak kalacağını, nefretten hiç kurtulamayacağımızı, dik duran bir ülke olamayacağımızı anlatıyorum.
Sonra da benim bu yola nefret söylemleri dışında alternatif bir söylem yaratmak amacıyla çıktığımı, nefret söyleminin dışına çıkmak için ötekini, onun kendini anladığı gibi anlamak istediğimi ifade ediyorum.
Bundan sonra işin daha da korkunç olan bölümü başlıyor benim için.
Görünüşte makul, medeni, bilgili ve birikimli olması gereken bu insanlar, benim bu anlattığımı da ihanetimin bir kanıtı olarak algılıyorlar. Anlamaya çalışma ve nefret söylemlerinin dışına çıkma mücadelemin kendi sınıfıma bir ihanet, bir satılmışlık olduğunu söylüyorlar.
Ben makul konuşarak insanların birbirini anlayacaklarına inanırım. Ancak konuşmamızın bir aşamasında bu kişilerle anlaşmanın mümkün olmadığını, makul bir açıklamayı dinlemek niyetinde olmadıklarını, sadece kendi söylediklerini dinleyip tatmin olduklarını görüyorum. Ve içim acıyarak konuşmayı bitiriyorum.
Bütün bu insanların hakkımdaki önyargılarının, yapılan menfi propagandadan kaynaklandığı çok açık. Çünkü bazen benim düşmanlarımın lisanıyla konuşmaya başlıyorlar.

SÖZCÜ SÖYLEMİ
Uzun süre aynı mekânları paylaştığımız için bu insanları bir süre gözlemleme şansına sahip oluyorum. Hemen hepsinin masasında muhakkak bir Sözcü Gazetesi oluyor.
Bu gazetenin, muhalefet görünümü altında aslında bu ülkeye çok büyük kötülük yaptığını bu köşeden yazdım. Muhalefeti küfretme, yıkıcı bir şekilde alay etme düzeyine indirgerseniz, kendinize çok kolay yandaş okuyucular bulursunuz ama bu ülkede yaratıcı, yapıcı muhalefet şansı da tamamen ortadan kalkar. Benim gibi alternatif diyalog yolları açıcı söylem arayanların da başarı şansı hiç kalmaz.
Aynı eleştiriyi daha önce Yılmaz Özdil için de yapmıştım. Yılmaz Özdil de Sözcü Gazetesi gibi yapıcı, yaratıcı hiçbir görüş öne sürmeden iktidara karşı alaycı eleştiriler getiriyor. Onlar gibi düşünmeyen ve bu ülkede nefret söyleminin dışına çıkıp orta yolun bulunabileceğine inanan kişilerin hiçbir başarı şansı kalmıyor.
Benimle son konuşan kadının, oturduğu masadaki diğer kadınlarla Yılmaz Özdil'in İzmir'de sahnelenen oyununa gitmek için sözleşmesini dinlemek de doğrusu hayli enteresan geldi bana. O gördüğüm manzara, bu yazımın tümünü doğrulayan bir sahneymiş gibiydi.
Laik kesimin durumu böyle, peki dindar kesimin durumu daha mı iyi? Kesinlikle hayır, onları da iyi tanıyanlardan alternatif söylem arayan yazılar bekliyorum. Aslında ben de onlar gibi insanlarla konuşmayı tercih ederim.
Çünkü ancak o konuşmalar sonucunda laik, demokratik, Müslüman Türkiye'nin seküler temellerini atacak fikirler oluşacak. Buna şimdi daha da fazla inanıyorum. Laik insanların nefret ağırlıklı söylemlerini gördükten sonra yapmaya çalıştığım işe inancım daha da arttı.
Bu arada kızgın, anlama fonksiyonunu tamamen kaybetmiş kişileri de kaçınılmaz biçimde dinlemeye devam edeceğim. Bu da işin kaçınılmaz bir parçası gibi gözüküyor.

(Haber Türk gazetesinden alınmıştır)