• Deniz ülkeleriyle kara ülkeleri arasında kalan düşler ülkesinde onu, kuzgunu, görenler vardı; siyah derisinin üzerinde gezinen daha koyu ellerle. Aniden vahiy gelir gibi irkildi soğuk bedeni, havayı koklar gibi kaldırdı gagasını göğe. Zihni bulanmıştı göğün griliğinde. Asırlardır üzerinden geçtiği asma köprüler kapanıyordu teker teker. Sadece o vardı. İlkti. Ve hep öyle kalmak istedi. Ta ki kibrine yenik düşüp kendine bir uşak bulana dek.

Kainatın yaratılmasıyla birlikte, deniz ülkesiyle kara ülkesinin arasındaki düş ülkesine gelen ilk ırk kuzgunlar idi. Böylelikle bu ırk, ilk ayı, ilk güneşi ve ilk yıldız topluluğunu gören tek ırk olma özelliğine sahip oldular ve özel güçlerle donatıldılar. Uzun yıllar dünyanın tek hakimi onlardı. Ardından tıpkı kendilerine benzeyen, sadece onlar kadar yetenekli olmayan karga ırkı geldi. Kuzgunlar önce beyaz renkteydi. Daha sonraları karga ırkıyla yaptıkları savaşlardan sonra başlarına gelen bir lanet yüzünden tüm kuzgun ırkının rengi bir gecede siyaha dönüştü. Vikingler döneminde Viking tanrısı sayılan Odin’in zamanında kuzgunlar bu lanetten kurtulamamıştı. Bu lanet özel yeteneklerini ve güçlerini ellerinden aldı ancak onlara kehanet yeteneği bıraktı. Bu lanetten sonra kuzgunların adı artık ölüm kahinleri oldu.

Kuzgunlar yeryüzünün ikinci ırkı olan kargalarla yıllar boyu savaştılar. Sonunda galip gelen taraf kuzgunlar oldu. Kuzgunların gücüne daha fazla karşı koyamayacağını anlayan karga ırkı pes etti. Kuzgun ataları geriye kalan karga ırkının yaşayabilmesi için bir anlaşma yaptılar; karga ırkı hayatta kalmak istiyorsa tüm yetenekleri ellerinden alınacak ve hayatları boyu kuzgun ırkına hizmet edeceklerdi.

Yıllar sonra dişi bir karga, kuzgun ırkının gizli bir sırrına vakıf oldu. Karga ırkının devamını sağlayabilmek için kendini feda etti. Dünyaya gelen üçüncü ırkın ilk canlısı yine bir kargaydı. Ancak bu sefer iki ırkında gücünü sınırsız bir şekilde elde etmişti. Yıllar boyu kuzgun atalarından kendilerini gizleyerek yaşayıp çoğaldılar. Kuzey denizini aşıp Kelt Çayına geldiklerinde henüz sayıca azdılar. Yeni vatanları olan Büyük Britanya o zamanlar henüz bir kara parçasıydı. Bu sessiz kabile ilk olarak Greenwich bölgesinde yaşamaya başladı.

Milyonlarca yıl sonra yeryüzü şekillendi. İnsan ırkı ile beraber pek çok yaratılmış da kendi bölgelerini seçip yerleştiler. Karga ırkı her zaman kuzgunların uşağı olarak devam etti. Ne zaman bir kuzgun görülse mutlaka yanında bir karga olurdu. (Bu durum günümüzde de apaçık bir şekilde görülebilmektedir)

Kuzgunlar ve kargalar ölümü çağrıştıran renkleri, uğursuz olarak nitelenen sesleri ve leşlere düşkünlükleri ile pek çok toplumda genellikle kötülük ifadesi olarak görülmüştür. Hikâyelerde kötülenen, karalanan, uğursuz bulunup yüzüne bakılmayandır onlar.

Özellikle bir kuzgunla karşıya karşıya geldiğinizde dik ve ihtişamlı duruşuyla aşikar bir şekilde gözlerinizin ta içine bakar. Karga da bakar bakmasına ama şayet yanında bir kuzgun varsa boynunu büker ve efendisinin buyruğunu bekler. Tehditkar bir durum varsa efendisinin bir işaretiyle atlar üstünüze. İşaret alınmıştır, karga o hadsizin gözlerini oymaya hazırdır.

Bana sorarsanız bu efsane-tıpkı yüzlerce efsaneye de inandığım gibi-kuşkusuz gerçektir. Özellikle Westminster ve Greenwich civarlarında gördüğüm kuzgunları ve kargaları epeyce gözlemleme zamanım olmuştu. Sırf bu iş için günlerce konsantre olup gözlem yaptım ve bol bol kitap okudum. Onlar gerçekten farklılar. Son romanım (henüz basılmamış olan) TheLegend of London’da kuzgun ırkı hakkında bildiğim her şeyi hikayeme uyarladım. Kitaplar, gözlemler ve efsanelerin dışında, bir de beklenmedik anlarda vakıf olabildiğim olaylar zinciri vardı. Mistik denilen ve çoğu insan için birer uydurmadan ibaret olan o garip olaylardan birkaç kez yaşama şansına eriştim. Şans diyorum çünkü benim mantaliteme sahip olanlar çok iyi bilirler ki fantastik her yerdedir. Dünya sadece gerçekçilikten ibaret değildir. Bunu bizzat tecrübe edinmiş olmanın büyük şans olduğunu düşünüyorum.