AYLA ÖNDER

Sandık’tan Çıkanlar…

"Sandık", geçmişin penceresinden kendini arayışın romanı...

Sizi başlangıçta yakalayacak ve içine girdiğiniz anda da bırakmayacak bir yaşam örgüsü. İnsanı ayakta tutan bükülmeler ve dönüşler vardır. Romanın kahramanı, hayatın daha ilk yolculuğuna hazırlanırken, bu bükülmüşlük hallerini yaşıyor. En keskininden... Geriye her döndüğünde tekrarlanacak bir geçmiş belki…

Bir sarsılışa tanık oluyorsunuz. Ve kitap boyunca ilerlerken sizi sağa sola savuruyor. "Ölüm, insan yüzünde şakak kemiklerinin dışarı fırlamasıyla mı başlar?" Akla bu sorunun takılması değil aslolan.

Bir cansız bedenin karşısında bu soruyu sormak... Romandaki küçük Zeynep'in bir adım geri çekilerek beyaza kesilmiş Gül teyzesine uzun uzun bakışı. “İntihar, Ölüm, Asılma…" Hepsiyle bir anda 5 yaşında tanışma!

Kadınların iç dünyası


Okura özlemi, nostaljiyi geçiren lirik bir kurgu. Bu bir zaman yolculuğu kitabı. Sandık, bir mahallenin geniş resmi hakkına çok şey anlatıyor. Memleketin her yerinden kentin en kenarına göç.

Prizren göçmeni Zeliha Hanım, Arnavut Adviye, Gümülcineli Nadire, Laz Zülfet, Arap Bakkal...

Hepsi de hayattan renkler… İsmiyle müsemma. Cehennemin ta kendisi ve cennetin de tam ortası! Roman'da anlatıcının dışında aslında 3 kadın kahramanla karşılaşıyoruz. Daha doğrusu her biri farklı özellikler gösteren sonsuz 3 ayna görüntüsü... Gül'ün sadece kendi yolu, kendi kuruntuları ve onlarca takıntıları. Suna'nın bir kötüyle savaşırken, adeta elinde gizli kalkanla dolaştığı o inanılmaz hikayesi. Hayatı titizlikle inceleyen Zeynep’in bir roman yazması için gereken her şey adeta bu mahallede! Hafızasını sorgulamak ve geçmişi anlamını yitirmeden, kaybolmadan önce yakalamak.

İlmek ilmek hafızaya kazınan yaşamlar


1970'li dönemlerin zaman dilimleri... 1980'in ilk yılları. Bakırköy'ün bir mahallesinde yaşanan hem çok can sıkıcı olaylar hem de gülümseten yaşanmışlıklar. Dişli çarklarda gıcırdayan anahtar sesleri... İzole edilmiş bir mahallenin dünyasını barındıran Sandık, iki ayrı uca savuruyor. Başka diyarlardan buraya göçenlerin arasındaki o derin ilişkiler... Bahçe duvarlarının birbirine değdiği evler... Karakterlerin duygularının canlı bir resmini çiziyor sanki. Göçmen sakinlerin günlük yaşam detayları... En küçük yaşların, ergenliğin ve gençliğin basamaklarını atlarken, çevresinde markajına giren her insanın dünyasını anlamak için gösterilen o çaba... Bu kadar çok detayı ilmek ilmek hafızaya kazımak... Bütün kentlerin kenar diyarlarında yaşamış herkes kendini burayla ilişkilendirilebiliyor. Geçmişin tatlarından, dönemin sosyal gerçekliklerinden doğan Sandık aynı zamanda acının kucağından ve insan ruhunun sancılarından da besleniyor.

Mahallenin okült gücü!


"Söz izi" adlı denemesiyle çıkış yapan yazarın ilk romanı "Sandık".

Geçmişten gelen hayalleri ve gerçekleri aramak adına Söz İzi'ni kaleme aldığını anlatıyordu Kübra Doğru Ünlü 7 yıl önce.

Yine yaşadığı mahalleyi, sokaklarını, insan yüzlerini sermişti okurun önüne. Kitabın ilk cümlesinden sonuna kadar bir mahalle yolculuğuydu, tanıklıktı.

Sandık'ta ise en ince detaylarıyla okura anlatılan karakterler çıkıyor karşımıza. Hayattan geriye dönüşlere kapı öyle aralanmıyor, tam açılıyor. Yazar bunu mükemmel bir şekilde yapmayı biliyor.

Yumuşak ve melankolik bir roman.

Acı veren küçük ayrıntıların kahramanları genellikle kadınlar. Okudukça daha fazlasını istemek zorunda kalıyorsunuz.

Bu, birinin hayatını ve duygularını duvardaki bir delikten görmek gibi…Kitabın büyüsünün bir parçası. Mahallenin evleri arasında ilginç ne varsa romana konu olmuş. Kurşun döken, nazarın çıkması için kızgın cezveyi kafada çeviren o teyze, mahallenin o kült gücü! Tam da Kırmızı Başlıklı Kız masalındaki cadının tıpa tıp benzeri bir kayınvalide çehresi...

Eski bir sandıktan çalınan kitaplar


70’li yılların İstanbul’unun, göçlerle çoğalan bir mahallesinde, kendilerine hüzün ve mutluluk yaratanların günlük koşturmacası. Mahallenin okumuş, sıra dışı kızının o eski sandığından kitap çalan bir yeni yetme karakter. Okumasını bitirince tekrar sandığa koyan ve yenisini alan o gizli el!

"Mahalle adeta bir insan galerisidir" diyor, Yazar Kübra Doğru Ünlü ve ekliyor;

"Bir semtin sokaklarının özü oradaki mümtaz şahsiyetlerdir, değerlerdir. Hayatı onlar avucunda tutar." Ritüelleri ve güzeli, çirkini ne varsa barındıran mahalle. Ahıska muhaciri, geniş bir ailenin Kisetip’ten İstanbul’a uzanan, hüzünlü yaşam yolculukları. Kendilerine yeni vatan yaratabilenlerin, iç çekişleri, mücadeleleri... Türk, Çerkes ve Kürt kökenli üç çocuk gelinin, aynı bahçeye sığdırdıkları sarsıcı hikayeleri...

Gezegenin öteki tarafı gibi


Yazar 80'lerde “Cennet Mahallesi” adlı bir mahallede yaşıyor. Gezegenin öteki tarafı gibi. Günümüz yaşanmışlıklarına çok benzemeyen, daha ilgi çeken bir tür çocukluk. Büyükanne ve büyükbabalı günler. Duygularını, gördüklerini, sevdiklerini ve sevmediklerini ifade eden bir karakter. Hüznüde, masumiyeti de açığa çıkarıyor. Merakla ilerlerken bazen de Zeynep'in hayatının tüm detaylarını bilmediğiniz hissini duyuyorsunuz. Ve daha fazlasını istemek zorunda kalıyorsunuz.

Birinin hayatını, duygularını yan taraftaki bir pencereden her an izlemek gibi. Kitabın büyüsü de burada. İyiler ve kötüler. Zorbalıklar ve güzel dostluklar... Farklı ruhsal özellikler, farklı tipolojiler... Genellikle melankolik... Bazen seldeki bir nehir gibi bazen de daha sakince bir anlatım.

Hayata dair aslında ne varsa Sandık' ta, ama daha fazlası...

Uzun yıllar sonrasında keyifle okuduğum ve daha uzun yıllar adından ve romanlarından çokça bahsettirecek gerçek bir edebiyatçının romanını okudum.

Ve sizler için yazdım, ne mutlu bana.

Kalemin var olsun ve daha uzun yıllar bizler için böylesi romanlar yaz.

Sandık’ı almayı ve okumayı ihmal etmeyin.