AMSTERDAM - Hollanda Türkevi Topluluǧu’nun bir alt birimi olan Türkevi Söyleşileri’nin 15.si, araştırmacı - yazar Mahmut Aşkar’ın katılımıyla yapıldı.

Programı yöneten Veyis Güngör, geçen ay Ankara’da AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal ile kitap okumada takip edilen yol üzerine bir hatırasını anlatarak, okunacak kitabın önce yazarının hayatının okunması gerektiǧini belirtti.

Bunun üzerine ‘Garp’ın Gökkubbesi Altında TÜRKLER’ kitabının yazarı Mahmut Aşkar’ın kısa özgeçmişine deǧinildi. Mahmut Aşkar Iǧdır’da doǧdu. İlkokulu köyünde, orta ve liseyi Iǧdır’da okudu. Sonra Almanya’ya öǧrenci olarak geldi. Dil öǧreniminden sonra Aachen Teknik Üniversitesi’ne başladı. Öǧrencilik yıllarında dernekçilikle sosyal faaliyetlerde görevler alırken senaryo yazdı, film denemeleri oldu. Arkadaşlarıyla dergi yayınlamaya başlayan Aşkar Türk-Alman Yazarlar Birliǧi başkanlıǧını yapmakta. Almanya’da yayınlanan çeşitli gazetelerde makaleler de yazan Mahmut Aşkar, REFERANS Dergisinin genel yayın yönetmenliǧini yürütmektedir. Mahmut Aşkar’ın yayınlanmış bazı eserleri ‘Toplum Yaydan Çıkarken’, ‘Hüseyinleşmek’, ‘Müslümanı Avrupalılaşmak’, ‘Kendi Eksenine Dönüş’, ‘Yeniden Kızılelma’, ‘Garp’ın Gökkubbesi Altında TÜRKLER’, ‘A(n)na Aşkı’, ‘Die Liebe zu A(n)na’, ‘Kurban’ ‘Kendimizle Yüzleşmek’ile çocuk hikayeleri olarak da; ‘Baba Ocağı’, ‘Nasihat’ ve ‘Biz Nereliyiz?’dir.

Seçkin ve renkli bir katılımcı profilinin yer aldıǧı Türkevi Söyleşileri programı, Avrupalı Türklerin geleceǧiyle ilgili derdi olan, görüşleri olan bu meseleyi kendine dert edinen Mahmut Aşkar’a aşaǧıdaki soruların yöneltilmesiyle devam etti.

Soru: Avrupalı Türklerin daha henüz kendilerini tarif edemediklerini söylüyorsunuz? Avrupalı Türkü kimler tarif edecek? Neden kendileri kendilerini tarif etmiyorlar? Avrupalı Türk ne demek?


M. Aşkar: Evet. Güzel bir soru. Avrupalı Türkleri elbette Avrupalı Türkler tarif edecektir. Etmelidir. Ancak, Avrupa’daki Türkler şimdilik kendilerini mensubu oldukları kurumların kimlikleriyle yani alt kimliklerle tanımlamayı seçmekteler. Ki, bu kurumların önemli bir bölümü yıllar önce, Avrupalı Türkleri deǧil, Türkiye’yi kurtarmak için kurulmuştu. Avrupalı Türkler Anadolu’dan beraberlerinde getirdikleri deǧerlerle bir iki nesil idare ettiler. Ancak yeni nesiller için bu deǧerler yeterli görülmüyor. Deǧişen şartlar, toplumun da dönüşümünü beraberinde getirmekte. Bu gelişim ve deǧişimi de göz önüne aldıǧımızda genel anlamda Avrupalı Türkleri tanımı şu şekilde olabilir: ‘En azından iki dilli, iki vatanlı, çok kültürlü, bir ayaǧı kendi kültüründe diǧer ayaǧı ile diǧer kültürleri gezip dolaşan bir topluluǧa Avrupa Türkleri’ diyebiliriz.

Soru: ‘Avrupalı Türkler, Türkiye için bulunmaz nimettir’ diyorsunuz. Ancak Türkiye tarafından kıymetlerinin bilinmediǧini söylüyorsunuz. Hatta bir iktibas yapıyorsunuz: “Türkiye’nin ufkunda Avrupa Türkleri görünmüyor”. Buna raǧmen, Avrupalı Türkler, neden bir nimet ve onların kıymetlerinin neden farkına varılmıyor?

M. Aşkar: Bir çoǧumuz Türkiye’de geçirdikleri tatillerinde mutlaka müşahade etmişlerdir. Ayrıca, Ankara ile sıkı ilişkiler içinde olan kanaat önderlerinin de gözlemleri ne yazıkki, Türkiye’nin ufkunda Avrupalı Türklerin olmadığı yönündedir. Bu aslında garip bir vakıadır. Zira Avrupalılar Türkler üzerine doktora tezleri yazılırken, araştırmalar yapılırken, kültür ve sanat, film, televizyon yani her dalda Avrupalı Türklerle yakınen ilgilenilirken, Türkiye için bulunmaz bir nimet olan Avrupalı Türklerin Türkiye tarafından uzun yıllar gözardı edilmesi anlaşılır gibi deǧil. Türkiye, Avrupa ile içiçe; uzun bir Avrupa Birliǧi üyeleǧi mücadelesi var. Buna raǧmen, Türkiye’nin on yıllarca umursamazlıǧı insanı şaşırtıyor. Kaldıki, Avrupa Türklerinin önemli bir bölümü, yaşadıkları ülke ile deǧil de Türkiye’ye odaklı. Bu durumda şunu söyleyebiliriz: Sayıları 5 milyona yaklaşan Avrupa Türkleri orta ve uzun vadede Türkiye’nin gündemini menfi veya müsbet bir şekilde etkileyecektir.

Soru: Avrupalı Türkler ciddi bir şekilde Ankara’da lobi faaliyetleri yapmalı o zaman!
 

M. Aşkar: Evet. Bu hem de nasıl elzem. Her geçen günden daha fazla bir lobi faaliyetine ihtiyaç var. Belki bu bizim kızılelmalarımızdan biri olmalı. Avrupalı Türklerin menfaatlarını koruyan bir Ankara lobisi yapılmalı. Bu Avrupalı Türklerin en büyük eksiklerinden bir tanesidir.

Soru: Avrupa’daki müslümanların, Avrupalıları tekrar dine yani hristiyanlıǧa geri sarılmasını saǧladı görüşündesiniz. Bu süreç nasıl işledi? Avrupalılar nasıl tekrar dine döndüler?
 

M. Aşkar: Özellikle 1990’lı yıllardan sonra, hasseten Berlin duvarının da yıkılmasıyla, İslam ve Müslümanlar Avrupa’nın gündemine ‘düşman’ olarak gelmeye başladı. Bu süreç aynı zamanda Avrupa kimliǧinin kabarması ve yeniden tanımlanmasına sebep oldu. Yani, öteki üzerinden, bu kez Müslümanlar üzerinden Avrupa kimliǧi tanımlanmaya başladı. Avrupa’da Müslümanların görünürlüǧü, Hristiyan kimliǧinin canlanmasını saǧladı. Tepkisel hareketlerden kaynaklanan bir kimlik arayışı oldu. Bir de Avrupa’nın yoğun ve bitkin halinden, tekrar titreyip kendilerine gelmelerini Müslümanlara borçlular. Müslümanların kendi dinlerini yaşama kararlılıǧı, Avrupalıların da kendi dinlerine tekrar geri döşününe vesile oluyor.

Soru: Eserinizde, Avrupadaki Türklerin uzun vadede Türk kimliǧi yerine, Müslüman daha doǧrusu Avrupa Müslümanlıǧı kimliǧi ile öne çıkacaklarını öngörüyorsunuz. Ancak, Avrupa Müslümanlıǧı kimliǧinin de içinin boş olduǧunu, bir savunma-tepki olarak bu kimliǧin kullanılacaǧını söylüyorsunuz? Yani karşımızda milli ve dini kimlik arasında tercih yapan Türkler, gençler var. Bu konuda argümanlarınız nedir?

M. Aşkar: Evet. Avrupalının tekrar boşalan kiliselere geri dönmesi ve unutulmaya yüz tutmuş dinini yeniden hatırlayabilmesi için Müslümanı İslamileştirmesi gerekiyor. Avrupa’da ayırımcılıǧa tabi olan ve sürekli ‘Biz Almanlar ve siz Müslümanlar’ tekerlemesini duyan gençler bir müddet sonra, kendilerini Türk olarak deǧil, ‘biz Müslümanlar’ olarak ifade etmeya başlıyorlar. Türk gençleri Avrupa’da böyle bir süreçle, sosyalizasyonla karşı karşıyalar. Yani görünürde önce dekültürosyan (kültürel yozlaşma) ve devamında İslamileşme. Tabiiki bu noktada karşımızda, dinin teolojik temellerinden uzak, içi boşaltılmış, protesto kimliǧi olarak kullanılan bir müslümanlık anlayışı çıkıyor. Bu bizim için ve Avrupa için bir tehlikedir. Zira, reaksiyoner müslümanlıktan, gösteriye dönüşen şekilci dindarlık anlayışından, herkes ve her kesimden önce Müslümana ve İslam’a fayda gelmez.

Soru: Kültür ve eǧlencenin Avrupa’da varoluşumuzun, geleceǧimizin önemli köşe taşlarını oluşturduǧuna dikkat çekiyorsunuz? Avrupalı Türkler, kendilerine ait bir düǧün modeli, geleneǧi oluşturabildiler mi?

M. Aşkar: Evet. Bizi Avrupa kültür coǧrafyasında yarınlara taşıyacak olan ve gelecek nesillerimiz için hayati bir önem arz eden kültürel varlıklarımızın başında; görüntümüz ve eǧlecemiz gelmektedir. Avrupa’da düǧünlerimizin bir bölümü, çıǧırından çıkmış, gürültü kirliliǧi olan, çılgınca bir eǧlenceye dönüşmüş durumda. Bazı düǧünlerimiz ise, camiye sıkıştırılmış, cenaze merasimi mi, eǧlence mi olduǧu belli olmayan şekle büründürülmüş hale getirilmiş. Oysa, bize has yani kültür coǧrafyamız kodlu yapacaǧımız düǧünlere, müziğe, folklora ihtiyaç var. Buranın şartlarına göre yeni eǧlence, düǧün modelleri geliştirmeliyiz. Avrupa’nın ortasında otobanlarda konvoy oluşturmak, trafiǧi engellemek, düǧün geleneǧi olmayacaǧı gibi, toplum olarak görüntümüzü de yansıtmamaktadır.

Soru: Anadolu’da gönül erlerimiz tarafınan geliştirilen ‘eşrefi mahlukat’ insan merkezli bir hayat anlayışylaı, tekrar Avrupalı Türkler tarafından önce idrak edilip, içselleştirilerek sonra güncelleştirilerek, Avrupa’nın da karşı karşıya kaldıǧı göç, iklim, ırkçılık, ayırımcılık gibi sorunların çözümüne katkı saǧlanabilir mi?
 

M. Aşkar: Biz Avrupa’ya gönüllü olarak geldik. Bu gök kübbenin altında nasıl hayatımızı devam ettireceǧiz sorusuna cevap bulmalıyız. Doǧru bildiklerimizi söyleyen, elinden ve dilinden kimseye zarar gelmeyen insanlar olduǧumuzu Avrupalılara göstermek durumundayız. Örnek insan modeli oluşturmalıyız. Çaǧımızın ileri sanayi, insanı dolayısıyla toplumu giderek kendinden uzaklaştırdı. İnsan kendine yabancılaştı. Oysa, Yunus insanlıǧa, ‘Sen eşref-i mahlukatsın’ diyerek, onu kendine dönmeye, kendini aramaya, sahiplenmeye davet ediyor. Teknolojik üstünlük insanı giderek daha da tüketici, doymayan, tüketen, gaddar, ihtiraslı ve saldırgan yapıyor. Batı’da dini bitirdiler, ideolojiler artık insana heyecan vermiyor. ‘Bir ben vardır bende, benden içeru’ diyen Yunus’u onüçüncü yüzyılda, tekkeden, dergahtan çıkarıp yirmibirinci yüzyılın entellektüel dünyasına, üniversite kürsülerine, düşünce kuruluşlarına taşımalıyız. Ama önce kendimiz, aydınımız ve akademisyenlerimiz Yunus’u anlamalı ve asrın idrakine sunmalı.

Soru: Eserinizde vatan kavramını farklı şekillerde tanımlayanlara yer veriyorsunuz. Bunlardan Karl Jaspers’ın, “Vatan: anladıǧım ve anlaşıldıǧım yerdir” tanımından hareketle bunun Avrupalı Türkler için en uygun vatan tarifi olduǧuna vurgu yapıyorsunuz. Avrupalı Türkler için vatan nedir?
 

M. Aşkar: Vatan, kabul edildiǧimiz, dışlanma hissine kapılmadıǧımız yer olmalıdır. Bu açıdan yaklaşınca, Avrupalı Türklerin çift vatanlı oldukları söylenebilir. Yani, vatan; yerin altında ve üstünde sevdiklerinizin olduǧu yerdir. Kaǧıt üzerinde; Türk veya Alman vatandaşı olmanızın, yerine göre formaliteden öte bir manası yoktur. İzin mevsimini iple çeken vatandaşlarımızın bir kısmı Alman, Hollanda veya Belçika gibi ülkelerin vatandaşları olmalarına raǧmen, Türkiye’ye sadece dinlenmek için gitmediklerini herkes bilmektedir.

Soru: Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın’dan bir alıntıyla “Avrupa, Türkleri İstanbul’un fethinden dolayı hiçbir zaman affetmeyecektir” cümlesi ve geçen yüzyılın başlarında yazılan “Türksüz Avrupa” kitabı, Protestanlıǧın kurucusu Luther ve Fransız düşünür Voltair’in düşüncelerinden hareketle, Avrupalıların hafızasında “Türkler Avrupa’nın ötekisi” fikri hala canlı mı? Böyleyse ne yapmalıyız?


M. Aşkar: Evet, çalışmamızda, Avrupalının hafızasında tarih içerisinde yer edinmiş Türk algısını anlatan bir kaç örnek verdim. Maksadım, düşmanlıkların yeniden sahnelendiǧi günümüz dünyasına ilave husumetler taşımak deǧildir. Tarihi olayları günümüze taşımak doǧru deǧildir. Aynı zamanda, tarihe mal olmuş bu tür hadiseleri yeni dostluklar kurmaya engel görmek de bir o kadar yanlıştır. Arzumuz, Avrupa’daki hayatımız ve Avrupalıya bakışımız daha akılcı bir zemine otursun ve karşılıklı ilişkilerde hayal kırıklıǧı yaşanmamasıdır.

Soru: Avrupa’da yetişen nesiller Türkçe’nin kuçaǧında doǧuyor, fakat Almanca’nın, Fransızca’nın veya Hollandaca’nın yuvasına teslim ediliyorlar diyorsunuz. Türkçe Avrupalı Türkler için ne anlama gelir? Sizce Avrupa’da Türkçesizleştirilen nesiller mi oluşuyor?
 

M. Aşkar: Zihinlere Türkçe zarureti yerleşmeden, gönüllerde Türkçe meşalesi tutuşmaz. Peyami Safa’nın dediǧi gibi: Dilini kaybeden bir millet herşeyini kaybetmiş demektir. Üstelik söze konu olan, farklı bir dilin hakim olduǧu bir ülkede azınlık olarak yaşayan bir toplum ise, kültürel kimliǧin korunması adına anadilin vazgeçilmez önemi daha iyi anlaşılır. Avrupa adlı kültür coǧrafyasında Türkçe olmayacaksa, yarınlarda ne biz oluruz, ne de bizden olanlar. Avrupa’daki varlıǧımızın teminatı olan Türkçe, her geçen gün biraz daha taraftar yani konuşanını kaybediyor. Avrupa’daki Türklerin geleceǧi Türkçe’ye Türkçe’nin yarınlara taşınmasına baǧlıdır. Bu hayati görev, misyon da büyük ölçüde, Avrupa’daki Türkçe yazan, düşünen, konuşan, sanat icra eden aydınların omuzlarındadır...

Teşekkür ederim.