Geçenlerde dini cemaat liderlerinden biri vefat etti… Medyada kendisi ve cemaati hakkında yapılan değerlendirmeler ifrat ve tefrit noktasındaydı… Kimisi büyük bir din alimi diye yüceltip, konup göçürecek yer arıyor; kimisi de geri kalmışlığın, ezilmişliğin, yoksulluğun ve yobazlığın bütün faturasını ona kesiyordu…

Ben kendisini ve cemaatini tanımam ... Haklarında basında çıkan haberlerden başka bildiğim bir husus yok…

Selefi anlayış içinde oldukları;

  • Yani, Peygamberimiz dönemiyle birlikte sekizinci asra kadar uygulanan sosyal hayat nizamını imanın gereğinden saydıkları,
  • Kadınlara biçtikleri rolden kılık kıyafete kadar bu dönemi baz aldıkları,
  • İşin özünden çok biçimine takıldıkları, o tarihe saplanıp kaldıkları  söylenir…

Bu farklı anlayış ve uygulamalar toplumun başka kesimlerine zarar vermediği; diğer insanların haklarını ihlal etmediği sürece bana göre saygı duyulacak bir anlayıştır… 

Ancak, “Saygı duymak” demek, o anlayışı doğru bulmak, yayılmasını desteklemek manasına gelmiyor… Toplum düzenini bozmamak şartıyla, inandıkları şeyi yaşamalarına itiraz etmemekle sınırlı kalmak lazım…

Ahlak, hukuk ve vicdan ölçüleri içerisinde, bu insanlar incitilmeden eleştirilebilir, anlayışları tartışılabilir…

Demokrasiyi değerli kılan şey, farklı inanç ve düşüncelerin birbirine zarar vermeden yaşayabilmesini sağlamasıdır…

Elinde terazi ile dolaşan, her farklı fikri kendi terazisinde tartmaya kalkan kişi demokrat olamaz!...

Bir milletin her ferdini tornadan çıkmış  ürün gibi istediğiniz kılığa sokamazsınız…

Aynı ulusun içinde, birbirini taciz etmeyen aykırılıklar milli kültürü zenginleştirir…  Bu ilkeyi içine sindiremeyen kişi milliyetçi olamaz!...

Diğer taraftan, dini anlayış farklılıklarını mezhep taassubuna dönüştürmek de çok tehlikeli bir durumdur… Çünkü toplumu terörize eder…

Geçmişte alevi-sünni ekseninde bunun acısını çok yaşadık…

Elimden gelse, bu coğrafyada  “mezhep” kelimesini yasaklardım…

Zira, bu kelimeyi hiçbir peygamber bilmiyor!...

Ebu Hanife bilmiyor, İmam Şafi bilmiyor, Maturidi bilmiyor, Hasan El Eşari bilmiyor!...

Ahmet Yesevi bilmiyor, Yunus Emre, Hacı Bektaş, Hacı Bayram, Ahi Evran bilmiyor!...

Kim biliyor?

CIA biliyor, MOSSAD biliyor…

KGB biliyor, MI6 biliyor!...

Bu istihbarat örgütleri “mezhep” kelimesini, Türk ve  İslam coğrafyasında  adeta bir atom bombası gibi kullanıyor… Mezhep silahının namlusu sürekli üzerimizde!...

Ümmetin birliğini ve milletin bütünlüğünü bozmak amacıyla, dış güçler tarafından organize edilen dini yapıların hiçbirinin birbirine tahammülü yok!.. Çünkü bulundukları yerde provokasyon yaratmak için programlandılar…

Haşhaşilerden Fetö’ye kadar tarih boyunca üzerimize saldıkları fitne sürüsünün sonu gelmiyor!...

Fakat;

  • Milletimizin kendi mayasından ortaya çıkmış, asırlar boyunca toplumla iç içe olmuş, düzenle ve devletle sorun yaşamayan, bunları ele geçirmeye uğraşmayan masumane cemaatlere karşı kışkırtıcılık yapmak;
  • Sapla samanı birbirine karıştırıp hepsini aynı kefeye koymak ne kadar doğru?

Bir taraftan toplumdaki kamplaşmadan şikayetçi olacaksınız; diğer taraftan yangına körükle gider gibi bulduğunuz her cemaate saldıracaksınız!...

Ortada suç varsa gereği yapılsın… Ancak onca zamandır sulh içinde yaşadığımız, hayat anlayışlarına hoşgörüyle baktığımız  bu  zararsız yapıları yok yere kendimize düşman etmek bize ne kazandıracak?

Manifestosu istihbarat ajanları tarafından yazılan, vizyonları ve misyonları dış güçler tarafından belirlenen, ayrıca mezhep kışkırtıcılığı yapan örgütlerle mücadele etmek dururken; kendi halinde ve kendi kapalı dünyasında inancını yaşamaya çalışanları hedef almak  kimin işine yarayacak?

Toptancı bir yaklaşım yanlıştır…

Çağdaş demokrasinin, temel insan hak ve hürriyetlerinin prensiplerini kafamıza göre değiştiremeyiz… İnançlara ve yaşam tercihlerine saygı her daim karşılıklıdır…

  • Sen benimkine saygı duy, ama ben seninkine duyamam” denebilir mi?

Bununla birlikte; tevazu, insanlık, erdem ve güzel ahlakı yaymak yerine; bürokrasiyi ele geçirmeye niyetlenmiş, ihanet, ticaret, sapıklık, sahtekarlık, yobazlık, ajanlık, rüşvet, iltimas ve sahtecilik yuvası haline dönüşmüş hiçbir yapıya da müsamaha gösterilemez!...

Daha 15 Temmuz’da tecrübe ettik… Bunlar toplum için daima çok büyük bir tehdittir…

Mantar gibi ekmeden biten, karanlık odakların oyuncağı haline gelmiş ve insanlar arasında düşmanlığı körükleyen oluşumlarla;  sadece sevgiyi, saygıyı, yardımlaşma ve dayanışmayı, birlik ve beraberliği yayma niyetiyle faaliyet gösteren grupları bir tutamayız…

Ben, mayası bizden olanları diğerlerinden ayırırken şu mesajları kontrol kalemi gibi kullanıyorum:

  • ‘’Gelin canlar bir olalım’’
  • ‘’Bir kez gönül yıktın ise kıldığınız namaz değil’’
  • ‘’Dervişlik olsaydı taç ile hırka, biz dahi alırdık otuza kırka’’
  • ‘’Yaratılanı hoş gör yaratandan ötürü’’
  • ‘’Dinine dizlerinle değil, kalbinle bağlan’’
  • ‘’Bir olalım iri olalım diri olalım’’
  • ’’Eline beline diline sahip ol’’
  • ’’Bölüşerek tok, bölünerek yok oluruz’’
  • ‘’Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde, hakkın yarattığı her şey yerli yerinde”
  • ‘’İlim beşikte başlar mezarda biter’’
  • ‘’En büyük keramet çalışmaktır’’
  • ‘’İncinsen de incitme ‘’
  • ‘’İslam’ın temeli güzel ahlak; ahlâkın özü bilgi; bilginin özü akıldır’’
  • ‘’Kuvvetini mazluma değil zalime kullan’’
  • ‘’Hararet nardadır sacda değil, keramet baştadır, taç da değil. Her ne ararsan kendinde ara, Kudüs’te Mekke’de ve hacda değil’’
  • ‘’Çalışmadan geçinenler bizden değildir’’
  • ‘’Eşine işine aşına özen göster’’
  • ‘’Hak ile sabır dileyip, bize gelen bizdendir. Akıl ve ahlak ile çalışıp, bizi geçen bizdendir’’
  • ‘’Padişah huzurunda dahi olsanız hakkı ve hakikati söylemekten çekinmeyiniz’’

Siz de benim gibi yapın…

 Bu sözlerin tamamında,  kontrol kaleminizin “yeşil” ışığını yakmayan her kapıdan uzak durun!...