İslam felsefesine göre insan, “esfele safilin” ile “eşrefi mahlukat” arasında bir çok farklı katmanda bulunabilir...

Bu tamamen kendi iradesine bağlanmış bir tercih meselesidir...

Kişi kendini, bazen hayvandan bile daha aşağı derecelere düşürebilir; bazen de tüm varlıkların en değerlisi, en şereflisi haline dönüştürebilir...

Hayatın içinde cereyan eden bu nefis yolculuğunda, merdivenin basamakları gibi sürekli inişler ve çıkışlar olur...

Siyasete malzeme olsun diye gündeme getirilen bazı olayları, daha sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek adına, bir kaç kelam etmek istiyorum...

İslam tasavvufunun iskeleti “nefsin terbiye edilmesi” sürecinden oluşur...

İnsanoğlu buluğ çağına gelip, iradesini eline almaya başladığı andan itiraben, son nefesine kadar bu sürecin içinde yoğun bir mücadele yaşar...

Kişi, mücadelesindeki başarısına göre, belli nefis mertebelerinde kendine yer tutar...

Tümüyle hayvani ve şehvani arzuların, dünyevi zevklerin insan üzerinde egemen olduğu; insanın günah işlemekten kendini bir türlü kurtaramadığı en alt basamak, “nefsi emmâre” diye tanımlanır...

Kişinin kendini kurtarmak adına başka bir gayreti yoksa; Allah'a inanması ya da inanmaması buradaki konumunu değiştirmez!

Yani, ihtiraslarınızın ve  kininizin esiri iseniz; bu kuyunun içinden çıkmak için, kuru kuruya “la ilahe illallah” demenizin size bir faydası yoktur!...

Önce, “kötülüğü emreden nefsin” tüm prangalarını kırmak; böylece ilk şeytanınızdan uzaklaşmak mecburiyetindesiniz...

Demek oluyor ki, Kur'anın “esfele safilin” dediği bu mertebede,  Allah'ı tanıyan ya da, tanımayan kişiler “aynı  statüde” kolayca buluşabiliyor!...

  • Hayvani ve şehvani arzularından kurtulamayan; bunu estetik hale getirip, “sanat” diye pazarlayanlarla;
  • Allah rızası yerine; güç, para, mal ve sosyal statü peşinde koşarak; bu yolda bir çok dini kaideyi çiğneyenlerin; kendi çiğnemese bile, çiğneyenler karşısında üç maymunu oynayanların aslında birbirinden hiçbir farkı yok...

Bunların hepsi aynı tencerenin malı!...

Şahsi çıkarları için başkasını değil, kendisini kınayan bir nefis olabilmek; durumu düzeltemese bile, kendini ayıplayabilmek;  kişiyi “şerefli insan” mertebesine götüren bir üst merdiven basamağıdır...

Sürekli karşı tarafta  kusur arayana değil; “Kendini kınayabilen nefse andolsun” diyor ayet!... (Kıyame, 1-2)

Neyin iyi, neyin kötü olduğunu; midesinin ve hormonlarının sesiyle değil; ruh-i sultanın ilhamıyla kavrayabilen ve nefsinin arzularına kısmen de olsa dur diyebilenler; iyi insan olma yolunda bir adım daha  öne çıkıyor hemen... (Şems, 7)

Robert Frager'in “Kalp, Nefis ve Ruh” adında müthiş bir eseri var...

Frager; bu  kitabı hazırlarken yaptığı araştırmalardan etkilenip,  8-10 kişilik asistan ekibiyle birlikte müslüman olan biri...

Gerçek İslamı, onun felsefesini ve psikolojisini araştırırken bulmuşlar...

İnsandan uzaklaşırsanız, İslam'dan da uzaklaşırsınız...

İnsana yaklaşırsanız İslam'a da yaklaşırsınız...

Frager sadece bunu yapmış...

İslam bilginlerinin “nefsi emmâre” diye isimlendirdiği ve aşağıların en aşağısı olarak tanımladığı insan nefsi için Frager şöyle diyor:

- “Hem kendimiz, hem de başkaları için en büyük tehlike kaynağı olan zalim bir nefistir

Bu zalim nefsin iyice anlaşılması ve “insan-ı kamil” seviyesine ulaşılması için İslam’ın bakış açısıyla, durumu şu cümlelerle özetliyor:

  • Bu aşamada bulunan birçok kişi zevkinin esiri olur. Örneğin cinsel mutluluk için neredeyse her şeyi yaparlar.

  • Bu düzeyde kontrol edilemez bir bağımlılık içinde bulunan birey, bunun bir sorun olduğunu da kabul etmez. Dolayısıyla hiçbir değişim umudu taşımaz.

  • Bu düzeyin en kötü özelliklerinden birisi, belki de en kötüsü, övülme ve dalkavukluğa bağımlılıktır.

  • Bu düzeyde nefis, herkesin dikkatini çekmeyi ve herkesin kendi hakkında iyi şeyler düşünmesini ister. Birisinin kendisini sevmesini, seviyorsa itaat etmesini, itaat ediyorsa tapmasını ister.

  • Nefsi emmârenin bu yönü, kendisini öne çıkarmak için insanın diğer bütün yönlerini yok eder. Bu tür bir hastalık, psikolojinin de mustarip olduğu bir durumdur.

  • Doğrusu, çoğumuz böyle bir hastalığa duçar olduğumuz için, ne kendimizin, ne de başkalarının içinde bulunduğu durumu fark edemiyoruz.

  • Bu nefis, genellikle bilinç dışında işler. Bu yüzden bizim sesimizle konuşuyormuş ve en içten gelen arzularımızı ifade ediyormuş gibi görünür.

  • Nefsi emmârenin insan üzerindeki etkisi hiçbir zaman bitmez. Bu yüzden en güzel yöntem, onu kontrol etmek, kötü huy ve alışkanlıklarımızı, iyi olanlarla değiştirmektir“

İnsanoğlu meleklerle hayvanlar arasında bir yerdedir...

Aynı kişi, kimi zaman meleklerin bile üzerine çıkabilmekte, kimi zaman da hayvandan  daha aşağı seviyelere inebilmektedir...

Aramızda; “ben, tamamen nefsi emmareden kurtuldum” diye övünebilecek kimse göremiyorum…

Yani hala, kınadığımız kişilerle aynı saftayız!...

Kelin köre güleceği yok…Kimse sütten çıkmış ak kaşık değil!...

Muhataplarımıza “kendini düzeltmesi adına fırsat vermekten” daha faziletli bir davranış var mı?

Batılı insan kendini ilahlaştırmaya uğraşırken; müslüman da, kendi egosundan kurtularak nefsini Allah ile buluşturmaya çalışmalıdır…

İmanımız, bizi kainat ile doğru bir ilişkiye sürüklemiyor ve  Allah rızasına yönlendirmiyorsa sorun üretiyor demektir!...

İslam felsefesinin temel prensiplerinden birisi de,  insan ruhunun Allah ile temasının her zaman ve herkeste mevcut olduğu gerçeğidir... Zor anlarında ateistlerin bile Allah lafzına sığınmalarının sebebi budur…

Ve bu nedenle her bireye saygıyla muamele edilmelidir...

Velev ki suçlu olsa bile, intikam ve kin duygularıyla hareket etmeden; Allah'ın iradesini  gözeterek sadece adaletle davranmak her müslümanın üzerine farzdır...

İnfaz görevi üstlenmeyi bırakın… İrşad ile meşgul olun…

“Eşrefi mahlukata” götüren yolları kesmek, af ve mağfiret kapısını yok saymak, nefisleri “insan-ı kamile” çıkaran merdivenleri yıkmak kimin haddine!...