‘Bu Anıtkabir’ yıkılmalı başlığı altında, 17 Aralık günü bu sütunda yayınlanan yazım, çevreden bir hayli olumlu ve olumsuz tepki aldı.
Olumlu tepkiler; sözkonusu yazının, mevcut olan gerçekliği, olabildiğince tarafsız bir gözle özetlediğine dair idi.
Olumsuz tepkiler ise; hem kendisini ‘Atatürkçü’ diye tanımlayanlardan, hem de ‘Kemalizm karşıtı’ olanlardan geldi.
Laik-sol veya Batı yanlısı diye portresini özetleyebileceğimiz cenah; Atatürk’e dair her konuyu bir tabu haline getirmiş durumda.
O bakış açısına göre; değil Anıtkabir’i yıkıp, yeniden ve Atatürk’ün temsil ettiği toplumun kültür ve tarihine uygun şekilde yeniden yapmak; Anıtkabir’in bir tek taşını bile değiştirmek ‘teklif dahi edilemez’ kutsallardandır.
Bu kitle, Türk Tarihinin, 1923’te başladığını zanneden veya öyle varsaymayı kendi ideolojik duruşuna uygun gören bir zihniyete sahip.
Elbette bizim tarih ve medeniyet geçmişimizin; Antik Yunan veya Roma’dan çok daha öncelere tarihlendiğini söylemenin, ‘kesin inançlı’ o kitle nazarında bir anlamı olmuyor.
KAMUSAL STATÜ KİBRİ
Hatta katı laik-seküler takıntılarına rağmen o kitle; öykündükleri Yunan-Roma kültür ve tarihinin, tam da Pagan ve Hıristiyan inancına oturduğunu kabullenemiyor.
İşin daha da vahimi, din ve millî kültür olgularını dışladıkları zaman ‘aydın’ katına yükseldiğini zanneden o kitle, aslında tam da zırcahil bir profil çiziyor.
O kitlenin çoğunluğu, kamuda muvazzaf veya emekli sıfatıyla bugüne kadar (Çetin Altan’ın deyimiyle) ‘devletten beslendi’…
Geride kalan uzun yıllar boyunca, kamunun kaynaklarını hem kendi refahını en üst düzeyde tutmak için kullanmış; hem de elde ettiği ‘statüyü’, toplumun ‘aşağıdaki’ kitlelerine karşı bir ‘üstünlük alâmeti’ olarak görmüş.
Hadi, biraz daha taşı yerine koyalım: İnanılmaz bir kibir ve üstenci tavır.
Lakin, karşılaştırma ‘ecnebilerle’ yapıldığında, inanılmaz bir süklüm-püklüm duruş ve eziklik halleri… Ki, o ezikliği de, kendisinden aşağıda gördüğü toplum kesimlerine yamamaktan çekinmez; “Bu millet adam olmaz…” diye pırtıverir. Sanki kendisi ‘bu’ dediği milletin bir parçası değil…
‘O KAFA’NIN ATATARK’Ü
İşte bu kafanın, kendi zihinsel kurgulamasına göre bir ‘Atatürk portresi’ vardır. Onlara sorarsanız, Kurucu Önder; başta İslamiyet olmak üzere, hiçbir dinle alakası olmayan, Türk Milleti’nin tarihine ve kültürüne soğuk bakan, Batı hayranı ve bu yüzden Türkiye’yi bir ‘Batı Medeniyeti bileşeni’ haline getirmek için çırpınan bir liderdir.
O halde sormak lazım; eğer Mustafa Kemal öyle bir lider idiyse, Kurtuluş Savaşı niye verildi? Onca zahmete gerek yoktu. Batılı işgalciler, dünyanın her köşesindeki müstemlekelerinde yaptıklarını Türkiye’de de yaparlardı. Yani onca savaşa ve sonrasındaki ‘devrimlere’ gerek kalmazdı.
Gelelim, ‘Müslümanlık adına’, Atatürk’ün şahsında temsil edilen siyasî duruşa kılıç sallayanlara…
Kendisini fena halde ‘İslamcı’ zanneden o kitle, aslında rakip kitlenin çizdiği ‘Atatürk profiline’ teşne. Rakiplerinin tanımladığı; ‘din düşmanı’ ve ‘Batı hayranı’ tiplemeyi onlar da kabul ediyor ve karşı cepheden saldırıya geçiyor.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında yapılan ve şahsî kanaatime göre bazen tamamen yanlış, bazen de aşırıya kaçılmış ‘devrimler’ gerçeği de, bahse konu kitle için yeterli saldırı gerekçesi…
Bu noktada, daha önce ayrı bir yazı konusu yaptığımız Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması mevzusu, Atatürk rahatsızlığına yapılan bir diğer payanda. Kanımca o kapatmanın gerekçeleri arasında, tarikat ve cemaatlere sızmış ‘Takkeli Cüppeli Britishler’ gerçekliği, önemli bir yer tutuyor. FETÖ alçaklığını hatırlamanın tam da yeri…
YAHUDİ İMASI HADSİZLİĞİ
Tabi bu ‘horoz dövüşüne’ dışarıdan lojistik ve ideolojik katkı sunmak isteyen ecnebilerin işi çok kolay... Onlar, ortaya bir ‘din düşmanı’ veya ‘Selanikli’ (!) söylemi atılınca, kavganın her iki tarafı da coşabiliyor.
Burada, Selanikli meselesinin, kasıtlı bir şekilde 1492’de İspanya’da katledilmekten kurtardığımız Yahudilere bir atıf olduğunu ekleyelim. Lakin bu ahmakça ima, Selanik’in 1912’ye kadar bir ‘Türk Yurdu’ ve şimdi de manevî olarak Türk şehri olduğunu yok sayıyor. Birazcık mantıklı düşünseler; İspanya’dan kaçırılan ve ölümden kurtarılan Yahudilerin, sadece Selanik’e değil, İstanbul ve İzmir’e de yerleştirildiklerini akıl ederler.
Dahası bu kitle, Osmanlı’nın Anadolu’da Türk Birliği’ni kurmasından sonra, bilhassa Karamanoğlu Beyliği’ne dâhil Türk obalarını, ‘ileride maraza çıkarmasınlar’ diye, Karadeniz kıyılarına ve Balkanlara iskân ettiğini bilmez.
Elbette Osmanlı’nın ‘göç ve iskân politikasının’, aynı zamanda coğrafyayı Türkleştirme-İslamlaştırma hedefi vardı.
ŞUURALTIMIZA KASTEDEN HAİNLİK
İşte, Selanikli Mustafa Kemal’in soyu da, Karamanoğlu Beyliği topraklarından alınıp, Rumeli’ye iskân edilmiş Kocacık ve Kızıloğuz Türkmenlerine dayanıyor. Arzu edenler, Kocacık ve Kızıloğuz Türklerinin Yunanistan sınırları içinde kalan yurtlarında halen yaşamakta olduğunu kolaylıkla öğrenebilir.
Peki, bu kavganın teşvikçisi olan ecnebilerin, mevcut dinci-seküler kavgasını kışkırtmalarının ana gayesi ne olabilir?
Mesele aslında çok basit… Türk Milleti’ne deniliyor ki:
“Seçiminizi yapın… Ya Atatürk’ten ve onun şahsında temsil edilen Türklük bilincinden vazgeçeceksiniz… Ya da inancınızdan ve tarihinizden vazgeçeceksiniz…”
Maalesef, sadece kökten laikler değil, kendisini ‘İslamcı’ diye tanımlayanlar da bu kışkırtmaya sazan gibi atlıyor.
Biz de diyoruz ki; Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız… Batı’ya olan ilgimiz de, ‘çağdaş uygarlık düzeyini aşmak’ içindir. Nokta…
Bir sonraki yazıda, Atatürk’ün adını kullanarak yapılmak istenen ‘İslam Düşmanlığı’ konusunu, 18 yıl önce muhatap ve tanıklık ettiğim bir sahtekârlık örneği üzerinden ele alalım.