Kaybolmalıydı insan...



Karanlık bir gökyüzü hayal ettim, bütün fosforuyla etrafa ışık saçan kuşların uçtuğu. 

Yan yana oldukları halde birbirini göremeyen, iki çift yürek körü göz vardı o kuşlara bakan. 

Baktıkça da umuda hayaller kuran ama çareyi hep uzaklarda arayan.


Düş gibi bir melodinin kulaklara doğru esmesi ılık rüzgârla… Ve gözlerden akan iki okyanus damlası gözyaşı vardı ufukta.

Beklemenin ve özlemin kanattığı bir yürekte gizliydi tüm hazineler ve kör kuyulara atılmış anahtarlardaydı tüm çareler.

Biraz cesaret olsa yıkılacaktı tüm dağlar ve doğacaktı yeniden, göz kamaştıran büyüsüyle güneş.

Acziyetin can damarlarında dolaşan bir ürkekliğin eseriydi gökyüzünün siyahı ve umudun uzaklığı.


Kırılmalıydı zincirler ve ateşler içinde yanmalıydı zaman.
 
Kaybolmalıydı insan aşkta.

Ve kazanmalıydı her şeye rağmen, kaybetmeyi hiç düşünmeden.


Ellerini uzatamayacak kadar yorgunlardı belki de o iki çift yürek körü göz.

Bakışlarını uzaklaştırabilselerdi uçan o sahte kuşlardan, dokunabileceklerdi birbirlerinin yüreklerine

ve sıcak bir huzura dalacaklardı ebediyete açılan gönül pencerelerinden.


Oysa kırılmış bir kalp taşımayı seçtiler kader çizgisinin en uçurumsu kenarlarında, çarparken kalp atışları aşka.