PKK'nın 'Tamil Kaplanları'nın akıbetine uğrayacağını düşünüyorsanız, bir Sri Lanka, bir de Ortadoğu haritasına bakın.

Yaklaşık bir buçuk ay önce, İngiltere, Kuzey İrlanda ve İskoçya’yı kapsayan ‘çatışma çözümü için karşılaştırmalı örnekler’i inceleme gezimiz önemli dersler öğrenilerek geçti. Geziyle ilgili bilgilere ve değerlendirmeye bu köşede yer vermiştim.
BM’nin eski genel sekreter yardımcısı, İngiltere’nin 1990’lardaki Türkiye büyükelçisi Sir Kieran Prendergast, Londra’da bizlere konuşurken dikkate değer bir tespit yapmıştı. Şöyle demişti:
“Çatışma doğaldır ve birçok toplumda kaçınılmazdır. Kaygı verici olan, çatışmanın şiddete dönüşmesidir ki bu da çözüm için hiçbir demokratik araç kalmadığı vakit ortaya çıkar... Çatışmayı durdurmak için hiçbir araç kalmaması; hiçbir siyasi iradenin ortaya konmaması sorun yaratır. Çok kez sorulan soru şudur: Çatışmaya ilişkin kendi görüşünüzü ve aynı zamanda karşı tarafın görüşünü anlıyor musunuz? Sadece kendi görüşünüzü anlar, onu doğru görürseniz çözüm olmaz. İki geçerli görüş olabilir. Bunlar (soruna dair) sadece farklı perspektiflerdir.
Çok kez şunu sorarım, taraflar sorunu çözmeye hazırlar mı? Yoksa çözüm için olgunlaşmadığı için çatışmayla birlikte mi yaşamak zorundayız? Eğer çatışma çözüm için olgunlaşmamışsa bir çözüme ulaşabilmek çok zordur.”
Bu tespit kayda geçtiği sırada, Silvan olmuş bitmişti. Silvan’dan on gün sonra, işler bugün geldiği noktaya gelmeden önce yapılmış bir tespit. Şimdi, ‘durum’a bakınca, bu tespit ışığında ne görüyoruz?
AK Parti iktidarının ve PKK’nın dağdaki yönetiminin (muhtemelen 48 gündür kendisinden herhangi bir şey işitilmeyen Abdullah Öcalan’ın da) ‘çatışma’yı ve mevcut durumu çok farklı tanımlamaları söz konusu. Bir ‘perspektif uçurumu’ndan söz edebiliriz.
PKK’nın dağdaki yönetimi, -eğri oturup doğru konuşalım- ‘devrimci halk savaşı’nı 12 Haziran seçimlerinden çok önce tasarlamıştı. Yani PKK’nın şiddet tırmanışına girmesi, 12 Haziran seçimleri sonrasında iktidarın tutumundan duyulan hayal kırıklığının sonucu değil. O ‘hayal kırıklığı’nı PKK çok önceden ‘satın almıştı’.
Aynı şekilde, AK Parti iktidarının, Kürt sorununun çözümü için seçimleri beklediği ve seçimlerden sonra sorunun esaslı çözümüne ilişkin düşünsel ve siyasal bir hazırlığı tamamladığı da söylenemez. Dahası, AK Parti iktidarı, yüzde 50’lik seçim desteğini, PKK’yı tasfiye edebileceği bir ‘avans’ olarak değerlendirmiş, Öcalan ile dış dünya arasındaki bağlantıyı kesmiş, dağ yönetimine yönelik yaygın ve kapsamlı bir psikolojik savaşa girişmiş, BDP’yi tümüyle marjinalize etmeye yönelmiş ve ‘askeri çözüm’ü denemeye değer bulmuş bir görüntü veriyor.
İktidarın ‘Arap Baharı’ ve özellikle Suriye konusunda Amerika’dan sağladığı ‘siyasi sermaye’yi, PKK üzerinde ve Kuzey Irak’ta ‘nakde çevirme’ yolunu tuttuğu anlaşılıyor.
Geldiğimiz nokta, PKK’nın yüzünden midir; AK Parti iktidarının bunda payı nedir tartışmasının fazla anlamı ve gereği yok; zira bu, bir tür “Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar” tartışması gibi. 

Ankara-Erbil-Tahran ittifakı mümkün mü?
Kandil’e yönelik hava akınları, sınır boyunun sürekli top atışına ve hava bombardımanına tutulması ve bunların ardından Dışişleri Müsteşarı Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu’nun Bağdat-Erbil çıkarması, bu arada basına sızan “Türkiye, Kandil’i kıskaç altına almak için Kuzey Irak’ta iki üs istiyor” ve “Mesut Barzani, PKK’ya İran KDP’si modeli önererek bastırıyor” cinsinden isabetli olduğu izlenimi veren haberler, iktidarın konuya ilişkin önceliklerine ışık tutuyor.
Bütün bunlar –karşılıklı olarak- çatışmayı ‘şiddet dışında’ çözme konusunda şu an için bir ‘irade’ bulunmadığını ortaya koyuyor. Taraflar, ‘silahlı kavga’ya öncelik veriyor ve bunu tercih ediyorsa, ‘barış ve uzlaşma’ seslerinin serpilip gelişmesine uygun bir ‘iklim’ yok demektir. En azından bu ‘iklim’, o iklim değildir.
Eğer Türkiye, Irak’taki Kürt yönetiminin ve Irak Kürt hareketinin hem Barzani, hem Talabani tarafının desteğini tümüyle sağlar ve buna İran’ı da dahil ederse, bu ‘üçlü ittifak’ sızıntısız işlerse, gerçekten de PKK Kandil’de ve çevresinde nefes alamaz.
Şu dönemde ‘merkezi halka’nın Erbil’deki Kürt yönetimi olduğu belli oluyor. Türkiye’ye Kandil yakınında üs verecek ya da vermeyecek olan da odur, PKK’ya ‘İran KDP’si modeli’ için bastıracak olan da odur.
Türkiye’nin Barzani üzerindeki yabana atılmayacak müthiş kozu, Irak Kürdistanı’nın petrol ve doğalgaz zenginliğine ilişkin Türkiye’nin sunduğu ve sunabileceği yatırım, ortak işletme ve dış pazarlara çıkış potansiyeli.
Bununla birlikte, Barzani’nin Kandil’e yönelik bir Türkiye askeri harekâtının altyapısını sağlayacak şekilde iki üs vermeye ayak sürümesi beklenebilir. ‘İran KDP modeli’ni PKK’ya önermesi akla yakın görünüyor ama bunu da PKK’nın kabul edeceğini sanmam.
İran KDP’si, Kandil’deki karargâhından İran’a karşı mücadele ediyordu. Barzani, 1993’te İran baskısı üzerine, ‘genel Kürt çıkarları’ namına İran KDP’sinden silahlı mücadeleye son vermesini istedi ve bunun karşılığında İran KDP’si, Erbil-Süleymaniye arasındaki Köysancak şehrine yerleşerek varlığını devam ettirdi.
Bu ‘zoraki uzlaşma’nın iki KDP arasında büyük bir yara olduğunu bilenler biliyor. Benzeri bir formüle, İran KDP’si tecrübesini bilen PKK’nın razı olması beklenemez. Ayrıca PKK, bugün, o günkü İran KDP’sinden çok daha güçlü.
Bir de tabii İran faktörü var. Füze kalkanı nedeniyle Türkiye’ye karşı sesini yükselten İran’ın, Türkiye ile tam bir işbirliği halinde, PKK-PJAK’ı bitirme eylemine girmesi şüpheli gözüküyor. 

Karayılan’dan Barzani’ye
Murat Karayılan, dün bir açıklama yayımladı ve üstü kapalı biçimde Mesut Barzani’ye, AK Parti politikasına uymama çağrısı yaptı. Şu sözleri ilginç:
“AKP şiddeti yaygınlaştırarak.. Güney Kürdistan içlerine kadar yaymak istiyor. Saldırı yapabilirler. Ama sonuç alamayacakları kesindir. Bu konuda daha fazla bir şey söylemek istemiyorum. Biz kendimize güveniyor ve şiddet içerikli her türlü saldırının sonuçsuz kalacağını söylüyoruz. Buna inanmaylar varsa İran’ın Kandil saldırısına bakabilirler. İran askeri güçlerinin daha fedai karakteri olmasına rağmen günlerce top yağdırdı, defalarca saldırılar yaptı ama sonuç alamadı...
Aslında İran devleti de bize tek amacın biz olmadığını söyledi. Amaç, biraz da Kürdistan bölge hükümetine mesaj vermek ve onu etkilemekti. Hatta onun için Kandil’i vurmadan, Hac Umran ve Çoman’ı vurdular. Sonra da Kandil’e yöneldiler.”
Bu son paragrafı ‘Tahran-Şam arasında Kandil durağı’ yazımın teyidi olarak görüyorum.
Eğer hükümet, ‘rota değişikliği’ yapmazsa, yakın gelecek kanlı ve kaotik olma ihtimali barındırıyor. PKK, zaten ‘silahlı tırmanış’ı taktik gerekçelerle aylardır tasarlıyor ve istiyordu. Hükümetin de aynı rotaya girmesi, Türkiye’de Kürt sorununa ilişkin söylemi de eylemi de askerileştirecek, milliyetçiliği pompalayacak, Kürtlerin çok önemli bir kesiminin daha PKK nüfuzu altına girmesi sonucunu verecektir.
PKK’nın birkaç ay içinde Sri Lanka’da ‘Tamil Kaplanları’nın akıbetine uğrayacağını düşünen varsa, bir Sri Lanka haritasını ve bir de Türkiye’yi, İran, Irak ve Suriye ile birlikte gösteren Ortadoğu haritasını yan yana koyup bakıversin.