Soru: Geçtiğimiz yıl düzenlenen, Avrupa’da Göç, İslam ve Çokkültürlülük konulu sempozyumda, T.C. Cumhurbaşkanı sayın Abdullah Gül, ‘‘Irkçılık, farklı kültürler ve hayat biçimlerine dönük hoşgörüsüzlük, ne yazık ki Batı toplumlarının en müzmin hastalıklarından biridir.’’ demişti. Böyle bir yargıda, genellemede bulunmak isabetli olur mu sizce? Siz de bu görüşe katılıyor musunuz?


Cevap: Avrupa geniş bir coğrafyayı, farklı siyasal tarih ve kültürleri içeren bir yapıya sahip. Bütün Avrupa ülkelerini aynı kalıba sokmak, tek tip ve yeknesak olarak görmek mümkün değil. Ancak özellikle 11 eylül olaylarından sonra müslümanlara yönelik kalıpyargıların, önyargıların ve ötekileştirmelerin yaygınlık kazandığı biliniyor. Buna paralel olarak ise müslümanlara yönelik dışlama, hoşgörüzlük, ayrımcılık hatta şiddet artış gösteriyor. Pekçok bilimsel araştırma ve Temel Haklar Ajansı gibi kuruluşların raporu da böyle gelişmeler olduğunu doğruluyor.


Soru: Irkçılık ve hoşgörüsüzlük ‘‘hastalığının’’ –Batı toplumları özelinde- sebepleri nelerdir sizce?


Cevap: Batı toplumlarında farklı dinlere ve kültürlere, bilhassa İslam ve müslümanlara karşı hoşgörüzlüğün tarihsel kökenleri var. Buna ilaveten günümüzdeki medeniyetsel farklılık söyleminin de etkisini görmek gerekir. Batının kollektif kimliğinin oluşmasından İslam ve müslümanlar en belirgin „öteki“ rolünü üstlenmiştir. Batının tarihine bakılacak olursa Haçlılardan Osmanlıya kadar pekçok dönemde mücadeleler olduğu görülür. Günümüzde ise Batı kendi kültür ve uygarlığını daha üstün görmektedir. İslamın çağdaş ve küresel değerler ile barışık olmadığı, kılıç ile yayıldığı, bugün de terör ve şiddet ile anıldığı düşünüldüğünde Batı dünyasındaki ırkçılık ve hoşgörüzlüğün kaynakları daha iyi anlaşılabilir.


Soru: 2009 yılında, dünyanın en modern, zengin ve eğitimli halklarından birinin yaşadığı İsviçre’de minare konusu referanduma götürülmüştü ve halkın çoğunluğu minare yasağından yana tavır ortaya koymuştu. Bu durumu nasıl açıklıyorsunuz? Bu denli eğitimli insanlar dahi farklı olanla yaşama konusunda gerekli tolerans ve tahammülü gösteremezken, Avrupa’daki diğer toplumlardan hoşgörü beklemek beyhude mi?


Cevap: Avrupa’nın dinle imtihanı zor olmuştur. Tarihsel olarak bakıldığında Fransa başta olmak üzere bazı Batı ükelerinde din karşıtı diyebileceğimiz, daha doğrusu Katolik kilisesinin ruhba sınıfının siyasal ve sosyal üzerindeki hegemonyasına karşı yürütülen katı ve sert mücadelenin etkilerinin bugüne kadar sarktığını görmekteyiz. Avrupa’da gelişen katı ve dışlayıcı sekülerleşme sadece hristiyanlığa yönelik algıları değil, İslam ve müslümanlara ilişkin algıları da olumsuz etkilemektedir. Batı zihni din ile barışmadığı ve kamusal hayatta dine temsil imkanı verecek biçimde dönüşmediği sürece müslümanlara yönelik kucaklayıcı bir toplumsal atmosferin oluşması kolay görünmemektedir.


Soru: Konuya tersten bakarsak; Türkiye toplumunun, bizim farklı olana çok daha hoşgörülü olduğunmuzu söyleyebilir miyiz? En son yaşanan Suriye’den gelen mülteciler örneğini göz önünde bulundurarak soruyorum bu soruyu… Suriyelilerin ve Mülteci kamplarının bulunduğu yerlerden gelen haberler, aslında biz Türkiyelilerin de pek öyle ‘‘misafirperver’’ olmadığımızı ortaya koyuyor. Hâl böyleyken Batı’yı eleştirmeye, ayrımcılık yaptıklarından dem vurmaya çok fazla hakkımız yokmuş gibi geliyor, ne dersiniz?


Cevap: Tarihsel olarak Türkiye, çok kültürlü, çok etnisiteli, çok dilli ve çok dinli bir imparatorluğun mirası üzerine kurulmuştur. Kuşkusuz bir ulus devlet kurulurken bu çoğulculuk yeterince dikkate alınmamıştır. Ancak Türkiye ve Ortadoğu din, mezhep ve inanç aşısından Avrupa’dan çok daha çoğulcuğudur. Bu kadar farklı din, mezhep, etnik yapı ve inanç pek az yerde vardır. Bu nedenle içinde bulunduğumuz coğrafyanın öteki kültürlere ilişkin geliştirdiği olumlu bir yapı vardır. Osmanlı Millet Sistemi de bunun kurumsallaşmış biçimidir.


Suriyeli mültecilere büyük oranda kucak açılmıştır. Toplum genelde bu insanları kabullenmişdir. Bunun en belirgin göstergesi devlet yanında çok sayıda insani yardım kuruluşunun mültecilere yönelik çalışmalarıdır. Kampların olduğu yerlerde zaman zaman dışlayıcı davranışlar olsa da Türkiye’de Batı tipi ve benzeri yabancı düşmanlığının olduğunu söylemek mümkün değildir. Tabiki mültecilerin sayısının artması ve yerleşik hayata geçmesi ile birlikte bazı sorunları da ortaya çıkmaya başlayabilir. Henüz bu sorunlar baş göstermeden sosyolojik, ekonomik, kültürel ve hukuki önlemlerin alınması da acilen lüzumludur. Son olarak, ırkçılık ve ayrımcılık konusunda Türkiye ile Avrupa’yı kıyaslamak imkan dahilinde değildir yaşanan olayların boyutuna bakıldığında.


(Bu söyleşi Almanya’da yayınlanan Perspektif Dergisi, Şubat 2014 sayısında yayınlanmıştır)