TÜRKİYE ile İran arasındaki ilişkiler hem kopmayacak kadar önemli, hem çatışacak kadar sorunludur.

Tarihte Pers İmparatorluğu Anadolu’yu alarak antik Isparta ve Atina ile çarpışmıştı. İranlı Sasani İmparatorluğu ile Bizans’ın savaşları iki yüzyıl sürmüş, hatta putperest Sasanilere karşı tek Allah’a inanan ‘ehl-i kitap’ Bizans’ın zafer kazanacağını Medine’deki müminlere Kuran müjdelemişti.

Batı’da Viyana’ya kadar giden ve Balkanlar’da dört asır kalan Osmanlı, on üç defa büyük savaşa tutuştuğu İran’da Tebriz’i aşamamış, orada da fazla kalamamıştı. Yavuz’la İsmail’in savaşı, bu jeopolitik çatışmanın mezhep dilleriyle ifadesiydi.

Sokullu Mehmet Paşa, Don ve Volga nehirleri arasında kanal kazarak Hazar Denizi’ne donanma indirip İran’ı aşmaya çalışmış ama kazma-kürekle bu mümkün olmamıştı. Bu kanalı 1954’te Sovyetler açacaktı.

İslam devrimi

Son Şah Muhammet Rıza Pehlevi, Perslerin soyundan geldiğini iddia ederdi, imparatorluğun 2000’inci yıldönümünü muhteşem törenlerle kutlamıştı. Sonra, Bolşevizm’in Rus jeopolitiğini güçlendirmesi gibi, İslam devrimi de İran jeopolitiğini güçlendirdi: Bugün Ortadoğu’da bir “Şii hilal” dinamiği var, İran bu sayede sınırlarını aşan bir etkiye sahip!

Tahran’ın Baas’a verdiği militanca destek, İran jeopolitiğiyle ilgilidir. Esad, Sünni olsaydı bile, Batı karşıtlığında İran’la aynı tarafta olması yeterdi.

Bu tablo, Türkiye ile İran’nın neden Suriye yüzünden bu kadar keskin bir şekilde karşı karşıya geldiklerini de izah ediyor.

İran Genelkurmay Başkanı Firuzabadi’nin “Sıra Türkiye’ye gelecek” diye konuşması, bir densizin anlamsız sözleri değil, bir bilinçaltının çok anlamlı dışavurumudur.

İki ülkenin ortak çıkarları da önemli olduğu için İran Dışişleri Bakanı Salihi tamir etmeye çalıştı...

Rusya değil, İran

Suriye meselesinde Türkiye, 1 Nisan’da İstanbul’da “Suriye’nin Dostları” konferansını düzenledi, Batılı büyük devletler ve Arap Birliği ülkeleri dahil 80 kadar devlet ve uluslararası kuruluş temsilcisi katıldı.

Orada Suriye muhalefetini temsil eden Suriye Ulusal Konseyi, “Suriye halkının meşru temsilcisi” ilan edildi, Esad rejimi ciddi yara almıştı.

Dün de İran ‘rakip’ bir “Suriye’nin Dostları” konferansı düzenledi. Dikkat, bunun için öne çıkan Rusya değil, kendini öne atan İran!

Hiçbir Batılı devlet davet edilmedi, kimse gelmezdi zaten. 29 ülke katıldı. Rusya ve Çin dışında dünya politikasında etkili olacak ülke yok, çoğu ‘üçüncü dünya’ ülkesi, Irak tabii ki katılacaktı, Arap ülkelerinin de çoğunluğu katılmadı.

Demokrasi ve özgürlükler konusunda çağdaş değerlerden uzak siyasi yapılar, “zamanın ruhu”yla örtüşmediği için çok etkili olamıyorlar.

Kürtler bu işin neresinde?

Totaliter ve şiddet yanlısı PKK’nın nerede olduğu belli!

Barzani beri tarafta sağlam bağlar geliştirmeye çalışıyor. Bağdat’taki Şii ağırlıklı hükümete rağmen Davutoğlu’nun Erbil ve Kerkük’e gitmesi bu jeopolitiğe denk düşmüyor mu?

Asırların dinamiklerini taşıyan bu iki jeopolitik arasında Kürtler topluca bir tarafta yer alabilirler mi?! Mümkün gözükmüyor.

Ortadoğu hemen bütünüyle çok şeye gebe! Bakın bin yıllık jeopolitik, bir fay hattı gibi yine kendini gösterdi.

Ortadoğu’nun geleceğine dair bir kestirimde bulunmak için çok erken. Ben derim ki Türkiye’nin sabit ayağı Batı’da olmaya devam etmeli, öbür ayağı dünyayı dolaşmalı...

Firuzabadi’lerin beklediği “içten sarsılma”ya meydan vermemek için, siyasi fay hatlarındaki enerjiyi zamanla boşaltmak üzere demokrasimizin standardı yükseltilmeli.

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)