Bu hafta sonu aile içinden önemli bir eleştiri aldım…
Yeğenlerim; “yazılarında babandan çok bahsediyorsun ama annenden hiç yazmadın… Senin de içinde, ataerkil bir düşünce saklı…” kabilinden bir şeyler söylediler…
Oldukça haklılar… Ataerkil bir tarafım yok ama, bunu karşıya tam yansıtamamışım demek ki…
Yani ayıp etmişim…
Toplumsal refleksler, o kadar duyarlı olmama rağmen beni bile esir almış!...
Onlara şöyle özetledim:
- Babam da dahil; siz-biz, hepimiz annemin eseriyiz… O ne ise, biz de oyuz… O ne kadarsa, biz de o kadarız!...
Kadınlarına değer vermeyen hiçbir toplum kendini geleceğe taşıyamamıştır…
İnsanlık tarihinde aksine bir örneğe rastlanılmaz…
Başta “annelik” olmak üzere kadının üstlendiği bütün roller, kültür ve medeniyetlerin devamı için hayati önem arz eder…
Cahiliye devirlerinde, şikayete konu edilen kötülüklerin hepsinin merkezinde, “kadın istismarı” vardır…
Diğer yandan; çağlar boyunca inşa edilen ne kadar büyük medeniyet varsa, bunların tamamında da “kadına saygının” çok üst seviyelerde tutulduğu görülür…
Bizim Ulusumuz bu konuda, diğer milletlerin aksine yüzümüzü kara çıkarmamıştır…
Ecdadımız kadınlarına hem sorumluluk, hem statü hem de yetki vermekten hiç kaçınmamıştır…
Yalnız şu gerçeği de itiraf etmekte fayda var:
- Türk Milletinin İslam dinini, “kadın” konusunda karnesi oldukça zayıf olan Araplardan öğrenmiş olması önemli bir handikap oluşturmuştur…
Kuran’ın açık hükmüne ve sevgili Peygamberimizin yoğun çabalarına rağmen; Araplar maalesef, kendi kültüründeki olumsuz yargıları dinin akaidine sokmayı başarmışlardır!...
Anadolu coğrafyasına yerleşen ve orada İslam’a olan saygısından ötürü Arap geleneklerini dinin içinden ayıklamakta zorlanan insanlarımız, bazı kötü alışkanlıkları bu sebeple kopyalamak mecburiyetinde kalmışlardır…
O devirlerde, Anadolu topraklarında “kadın” konusunda kırıkları olan sadece Araplar değildi…
Bölgede yaşayan Rumların, Kürtlerin, Ermenilerin ve bugünkü İranlıların da onlardan pek farkı yoktu…
Komşularının “kadına bakışından” ister istemez etkilenmeye başlayan Milletimiz, zamanla onlara benzemeye başladı…
- Kız çocuklarını erkek çocukla eşit görmeyen…
- “Kadın” kavramını “zayıflık” olarak algılayan…
- Kadına, sahiplenilecek bir mal gibi davranan…
- Onu, şeytanla eş tutup, kötülüklerin kaynağı gibi kabul eden…
Hem çağ dışı, hem de insanlık dışı bir anlayış yeniden alkışlanır hale geldi!...
Çok enteresandır; bugün çoğu kadının kendisi bile kendini evin hizmetçisi gibi tanımlıyor…
Erkek hangi haltı yerse yesin; “erkektir yapar” diyerek olayı meşrulaştırıyor…
“Namus yükü” sadece kadının üzerinde kalmış!...
Miras konusunda kız çocuklarına uygulanan haksızlık, Medeni Kanuna rağmen olduğu gibi devam ediyor…
Kadın, hukuken boşansa da, erkeğin malı olmaktan ve onun hayatının bir parçası olmaktan kendini bir türlü kurtaramıyor…
Evin içindeki şiddet iyice büyüdü, sokaklara taştı!...
Fındık kabuğunu bile doldurmayan meselelerde kamuoyu oluşurken ve çözüm için yarışılırken; kadının mağdur olduğu olaylara hiçbir zaman sıra gelmiyor!
Mevzu hakkınca tartışılamıyor…
Bu meseleyi “toplumsal cinsiyet eşitliği” bağlamına getirip, çözüleceğini düşünmek de ayrı bir garabet!...
Çünkü işin içine “cinsiyet” kelimesi sokulduğu anda; yukarıda sözünü ettiğim dini anlayış sahiplerinin itirazları önemli bir cephe oluşturuyor hemen…
Konunun “cinsiyet” bağlamından koparılarak; “insanlık” bağlamına taşınması gerekiyor önce!...
Kadına farklı bir cins olarak değil, “insan” olarak bakabilmek önemli olan…
Kadının insanlıktan gelen haklarını verebilmek… O hakları koruyabilmek…
Hepimiz “insan” olabildiğimizde, ortada problem kalmayacak zaten!...
- “Kadınlar insandır; biz insanoğlu…” sözünün sahibi rahmetli Neşet Ertaş da aynı kanaatte…
Doktora tezleriyle, yasa ve yönetmeliklerle çözülebilecek bir sorun değil karşımızdaki…
Yalnızca ilkokulu okuyabilmiş Üstadın bu sözü o tezlerden bin kat daha değerli!...
Yani meselenin okumakla doğrudan bir ilgisi yok!...
Duymak ve görmekle ilgisi var:
- Ama insanca duymakla,
- Ama insanca görmekle!...