1598 yılında Londra’yı ziyaret eden bir Alman gezgin ‘Londra’da kültürel değer niteliğinde pek de bir şey yok, Londra Köprüsü üzerinde sallandırılan 30 civarında insan kafasını seyredebilirsiniz ancak…’ diye yazar.

Çünkü Henrilerin sonuncusu Kral 8. Henry Katolik Kilisesi’nden ayrılmakla kalmaz, 70 yılı aşkın süre Avrupa ile sanat dahil pek çok ilişki yok derecesine iner. Kültürel izolasyon olunca Rönesans Avrupa’yı kasıp kavururken İngiltere sahillerine yaklaşamaz bile. Sanat ve sanatçı kavramları da sadece işçi olarak çalışan zenaatlarlıktan öteye gitmez. Dışarıdan resim getirmek de yasaktır haliyle.

Allah’tan Tudor Hanedanı ile bu durum sona erdi ve 1620’li yıllarda başka bir Londra seferine çıkan bir Avrupalı dünyanın en iyi tablolarının Londra’da olduğunu kaydedebildi.

Nasıl mı?

Kont Arundel veya takma adıyla koleksiyoncu Kont…İngiltere’deki mini İtalya’nın mimarı.

Sanatçılar kadar sanat algısı, sevgisi ve hamiliği de önemli olmalıdır, değil mi? O zaman onları da anmak lazım…doğum günlerinde? İngiltere’de kültürel ve estetik algısını değiştiren kişi Thomas Howard.

Kont Arundel Katolik Avrupa’dan 70 yıl boyunca uzak kalan İngiltere’nin Avrupa’ya açılımının ilk adımıdır. Venedik’in tozunu alan ve diğer koleksiyoncuların yolunu açan kişidir. Üklenin son 300 yılında sanat adına yapılan faaliyetlerin ilkidir. 7 Temmuz da doğum günüdür.

Eğer bir gün güneye doğru, Sussex’e sürerseniz denize ulaşmadan hemen 5 mil kadar içeridedir şehri ve kalesi. Bu kaleye vardığınızda içerisinin görkemi, 1000 yıla yakın tarihi ve sanat eserlerinin bolluğu sebebiyle Kont Arundel’in tüm bunlara yetecek kadar parası olduğunu düşünebilirsiniz. Ama değil! Katolik-Protestan çekişmesinde çok yara alan, dedesi ve babası Londra Kalesi’nde ölüme mahkum edilen bir konttan söz ediyorum. Ailenin el konulan mallarının ve aristokrat geçmişlerinin tekrar geri kazandırılması gerekiyordu ve Kral I. James iktidara geldiğinde Arundel Kontu sadece 18 yaşındaydı.

Aristokrat ünvanına rağmen parası olmayan konta evlilik yoluyla gelen servet yardımcı olur. Erkek evladı olmayan Strewbry kontunun kızı ile evlenince hem hayatı değişir ve hem de daha sonra yetişecek olan İngilizlere doğuya yolculuk, antik dünyayı keşfetme ve güzel sanatlara ilginin öncüsü olur.

Tabi önce Venedik’e gider ve dünyanın cennetinin burası olduğunu ilan eder. Tabi geleneklere bağlı bir Katolik olmasının da etkisi büyüktür. Burada sanat aşkının geliştiği söylenir, sanat ki İtalyanların günlük hayatının bir parçasıdır, sanatçıya hürmet vardır.

Dönerken Leonardo da Vinci, Michelangelo, Raphael, Titian eserleri getirir yanında. Bugün İngiliz Ulusal Galerisi’ndeki Titian’ın 37 tablosunun tamamı onundur aslında…Uyuyan Venüs, Titian Venüs’ü, Diana’nın Yıkanması…

Ya Kraliyet Koleksiyonu’ndaki paha biçilemez Da Vinci’ye ait 600 adet anatomi çizimleri…? Onları da Arundel getirir…

Avrupa’dan antik eser ve Rönesans sanatçılarının eserlerini İngiltere’ye taşımanın yanında sanatçıları himayesine alma geleneğini de başlatır. Ama yerli sanatçılar henüz yetişmediği için Avrupa’nın en iyilerini saraya getirme çabası başlar. Önce Rubens gelir ve devamında da onun öğrencisi Van Dyck.

Arundel’in karısı çocukları İtalya’da okurken onların yanına gider. Giderken yarı yolda Antwrep’te, Rubens’in atölyesine uğrar ve portresi üzerine orada çalışmaya başlarlar. Yüne de Rubens’in İngiltere’ye gelmesinin ikna turları 7 yıl alır. Ama sonunda olur…ne de olsa İngiltere’nin küflü, ıslak ve sanattan anlamayan boş Protestanların memleketi olarak kabul eden Rubens de Katoliktir, Arundel Katoliktir ve Kral Charles’ın da katolik olduğuna dair şüpheler vardır.

Rubens geldiğinde ‘bu kadar fazla sanat objesini bir arada hiçbir yerde görmek mümkün değil’ diye nolarına ekler. Bir tane de kendisi ekler. Trafalgar Meydanı’ndan Parlemento Meydanı’na doğru yürürken Devlet Ziyafet Evi, (Banqueting House), tavanını süsleyen Rubens resimleri bu diplomatik seferden kalmadır işte…

Ancak 1642 nerdeyse her şey tersine döner. İngiliz iç savaşına giden anlaşmazlık başgösterir. Sanata, sanat eserlerine, sanatçıya kıymet veren az sayıda kişi kraliyet yanlısı, katolik olmaları sebebiyle uzaklaştırılır, eserler de satılır, bir kısmının akibeti bilinmez bile. Bu haliyle biraz Lale Devri’nin sonundaki yağma ve yok etmeye benzer bir şey yaşanır.

Kont Arundel ise sürgüne gönderilir, ikinci vatanı İtalya’da ölür. Kalbi başka yerde ve iç organları başka yerde gömülüdür.

Bugün onun varlığı sadece kalesinde yaşamıyor, İngilizlerin sanat zevkinin içine enjekte edilmiştir ancak kalesini ziyaret ederken yaşanası duygu geçişleri daha yoğun olacaktır elbette.

Kişisel çabaları ve sanat hamiliği bugün dahi etkisini gösterir kanaatimce bu kale…

Bir de karısına duyduyu muhabbeti anımsayabilirsiniz yan yana konmuş resimlerini incelerken…‘Kalbim, düşüncelerim aralıksız sana kilitlendi’ der ona…