Hüzünsüz bir bayram için

Bir Ramazan yaşadık ve bayrama geldik.

"Bayram ve İslam dünyası" diye bir başlık attığımızda, bunun altına sevinçten çok hüzün yazarız ne yazık ki... Çok zamandır böyle yazılır ne yazık ki... Nedendir? Bu, karakter-i aslimiz midir bizim, yoksa bir arıza mıdır?

Bu bir "Ümmet tahlili"ni gerektiriyor.

Bunu Altınoluk dergisinin yeni çıkan eylül sayısındaki "Ümmet için dua" başlıklı yazıyla yaptım.

Bu bayram günü, bayramınızı en kalbi hislerle tebrik ettikten sonra, o yazının bir bölümünü sizlerle paylaşmak isterim:

"Arif Nihat Asya'nın natı, İslam'ın izzet günlerini yâd ederek başlar. İlk mısralar şöyledir:

"Seccaden kumlardı. -Devirlerden, diyarlardan -Gelip, göklerde buluşan -Ezanların vardı!

Mescit mü'min, minber mü'min... -Taşardı kubbelerden tekbir, -Dolardı kubbelere "amin."

Ve mübarek geceler dualarımız; -Geri gelmeyen dualardı... -Geceler ki pırıl pırıl -Kandillerin yanardı. -Kapına gelenler ya Muhammed, -Uzaktan, yakından -Mü'min döndüler kapından...

Besmele, ekmeğimizin bereketiydi, -İki dünyada aziz ümmet; -Muhammed ümmetiydi."

Evet, "İki dünyada aziz ümmet Muhammed ümmetiydi."

Kelam-ı ilahi, mü'minlerin önüne bir "ümmet inşası" hedefi koymuştu. "Ümmet" bir anlamıyla "Öncü topluluk" demekti. İslam ümmeti, insanlığa hayırda ve iyilikte öncü olacak, kötülüklerle mücadele edecek bir topluluk olmaya yönlendirilmişti. İşte şu ayet-i kerime ile:

"Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten meneden bir ümmet (öncü topluluk) bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır." (Al-i İmran, 104)

Ümmet, Rasullulah Efendimizin (s.a.s.) elinden tutan insan topluluğu demektir.

Farklı kavimler, farklı renkler, diller "İslam ümmeti"nin evrensel kubbesi altında toplanıyor. Ümmet çizgisi, evrensel bir İslami-insani çizgi anlamına geliyor. Bütün zamanlarda büyük bir insanlık buluşmasını anlatıyor İslam ümmeti.

Günün sorusu şu:

Acaba İslam ümmeti, şu anda, Kelam-ı ilahinin resmettiği, Rasulullah Efendimizin kutlu elleriyle kumaşını dokuduğu "Aziz Ümmet"in içini ne kadar dolduruyor?

Belli ki acılar var. Belli ki mazlumiyetler var. Belli ki mahrumiyetler var.

"Ebu Cehil kıtalar dolaşıyor" diyor Arif Nihat Asya na'tinde.

Ebu Cehil'i bitirmişti oysa İslam ümmeti, Saadet Çağı'nda... Şimdi nereden geldi Ebu Cehil yeniden ve İslam ümmetine ne oldu ki o geldi?

Dar'ül İslam'a baktığımızda, orada yabancı bayraklar, tasallutlar, zulümler, işgaller görüyorsak, "İzzet"imize bir şeyler oldu, oluyor demektir.

Hürriyet ki, İslam'ın ve Müslüman'ın olmazsa olmazıdır, hürriyet problemi yaşıyorsa ülke ülke Müslümanlar, var bir problem bizim "Aziz Ümmet" hüviyetimizde demektir.

Ümmet ümmet olsa, Gazze Gazze olmazdı, belli ki.

Ümmet ümmet olsa, Somali'de bir Müslüman çocuk açlıktan ölmezdi, ötede bir başka "İslam ülkesi"nde altından taht yapan bir hükümdar olmazdı.

Ümmet ümmet olsa, İslam coğrafyası böyle acılar içinde kıvranmazdı.

Ümmet ümmet olmalı. Rasulullah'a layık olmalı. Kur'an'ın kumaşında dokunmalı. İzzeti bulmalı. İslam'ı kişiliğinde temsil eder bir kıvama erişmeli. Bunun için insan insan, ülke ülke, devlet devlet bir yeniden inşa süreci başlamalı.

Bu bizim imtihanımız.

Kaybedilenlerin çetelesini tutmak ve her birini yeniden kazanmak. Görev bu:

"Gözlerimiz kaybolduysa, gözlerimizi, bilincimiz kaybolduysa bilincimizi, yüreğimiz kaybolduysa yüreğimizi, toprağımız kaybolduysa toprağımızı, devletlerimiz kaybolduysa devletlerimizi arayıp, bulup yerli yerine yerleştirmemiz lazım."

Ne dersiniz, bu bayram günü kaybedilenlerin çetelesini tutup, yeniden inşa iradesini kuşanmak için gayrete soyunabilir miyiz? Yoksa hüzünlerle boğuşmaya devam mı?

Sayın Ergin, bir açıklama lütfen

Bu bayram yazısını burada bitirmek isterdim, ama içim beni durdurmuyor. Yaz, diyor.

Deniz Feneri davasında savcı değiştirmek, çok çok çok garip. Sadece kuşkuyu besleyen bir hareket. Ben Adalet Bakanı Ergin'e güvenirim. Nedir Sayın Bakan, lütfen "Bu HSYK'nın işi" deyip geçmeyin. İnandırıcı olmaz. Ve konu asla kapanmaz.