Bu hafta, Hollandalı dostlarımı ziyaret ettim. Dostlarımla Leiden, Hilversum, Den Haag şehirlerinde buluştum. Aynı zaman da eski mesai arkadaşım olan, proje uzmanı, gazeteci, yayıncı, yazar, din adamı olan dostlarımla başta Hollanda’daki siyasi gelişmeler ve yeni kurulan hükümet olmak üzere, Türkiye Hollanda ilişkileri ve Türklerin Hollandalılarla günlük ilişkileri üzerine konuştuk. Hepsi, bizim, Hollandalı Türklerin, son gelişmelerden nasıl etkilendiklerini merak ediyorlardı. Bol bol kahve içtik.

La Hey’de uzun yıllar birlikte çalıştığım uluslararası projeler uzmanı, (Hollandalı-Endonezyalı melez) Ronald Lucardie ilk ziyaret ettiğim dostum oldu. Lucardie, Romenlerin Brüksel merkezli kuruluşlarının genel sekreteri. Lucardie ile birlikte, geçmişte Türkiye çalışma ziyaretlerimiz olmuştu. Özellikle Ankara’da birlikte çalıştığımız STK’lar, TIKA, SETA, Türkiye Günlüğü gibi kurumlarda tanıştığımız ve şu anda milletvekilli ve hükümette bakan olan ortak dostlarımızın kulaklarını da çınlattık. Sohbet derinleşince, sıra Hollanda Türklerinin özellikle 11 Mart Hollanda-Türkiye arasındaki diplomatik krizden ne kadar etkilendiklerine geldi. Lucardie, Hollanda’daki Endonezyo diasporasının (savaş aileleri, anne veya babadan birisi Hollandalı veya Endenozyalı) geçmişte, özellikle bağımsızlığın ilan edildiği dönemi anlattı. O dönemde, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin nasıl Hollanda’daki Endenozyalı topluluğu etkilediğini hatta kendi tabiriyle ‘siyasi ve diplomasinin kendilerini nasıl rehin aldığını’ söyledi. Yaşadıkları zorlukları, seçim yapmak zorunda kaldıklarını hatta ‘Holllanda’daki bazı Endenozyalıların, Hollandalılardan daha çok Hollandalı’ olduklarını söyledi.

Sohbetim, çeyrek asra yaklaşan bir süreyle birlikte çalıştığım, Hollanda’da Türk ve İslam kültürüne büyük hizmetleri olan Abdulwahid van Bommel ve Mohamed El Fers’le devam etti. Her ikisi de bizi ve kültürümüzü yakından tanıyan isimler. Hollandaca yayınladıkları onlarca eserle, belki farkında olmadan, bir Kamu diplomasisi örneği sergilediler. Kıymetleri fazla bilinmese de. Her iki dostumla önümüzdeki dönemde hayata geçirilecek yeni projeler hakkında konuştuk. Ayrıca, Hollanda’daki gelişmeler ve Hollandalı Türklerle Hollandalıların ilişkileri üzerinde de durduk. Bizi, yani kültür ve medeniyetimizi yakından tanımaları dostlarımızın Hollanda medyasının ve siyasilerinin yanlı tutumlarından etkilenmemelerini sağlamış. Kimin ne olduğunu, örneğin FETÖ yandaşlarının yıllardır nasıl çalıştıklarını bir çoğumuzdan daha iyi biliyorlar. Örgütün karanlık tarafını yıllar önce sezmişler ve mesafe koymuşlar.

‘Türklerin, daha önce medya ve siyasiler tarafından fazla problematize edilmediğini’ söyleyen dostlarımız, ‘Türkler işlerinde güçlerinde, Hollanda toplumuyla fazla içli dışlı olmayan, topluma zararları dokunmayan, kendi hallerinde bir grup’ olarak düşünülürdü diyorlar. Bu düşünce ve algı, özellikle 15 Temmuz kanlı darbesini takiben Tüklerin Rotterdam’daki sokak gösterileriyle değişmeye başladı. Türklerin sokaklara  çıkmaları başta Hollanda medyası ve siyasileri olmak üzere Hollandalı ırkçılar tarafından suistimal edildi. Ve bu süreç 11 Mart Cumartesi akşamı Rotterdam’da yaşanan Türkiye-Hollanda diplomatik kriziyle hız kazandı. Bu olaylardan sonra Türklerin Hollanda’da sorunsallaştırılmaya başladığını söylüyorlar dostlarımız. Tabiiki Türkler bu tür kriz ve ortamlara hazır değillerdi. Çünkü Hollanda’da, daha önce buna benzer derin krizlere şahit olmamışlardı Türkler. Dostlarımız samimiyetle, Türklerin bugüne kadar Hollandalılara yatırım yapmadıklarını da ifade ettiler. Hollanda kültür tarihine mesafeli olduğumuzu söylediler...

Evet, bu hafta ziyaret ettiğim Hollandalı dostlarımın bu ve benzer değerlendirmeleri aslında bizi, Hollandalı Türkleri Hollandayla yüzleştiriyordu. Çifte ve çok yönlü aidiyete sahip olan gruplar, zaman zaman uluslararası ilişkilerde zor anlar da yaşayabilir gerçeğini bilmeliler. Avrupalı Türklerin bu gerçeğin artık farkında olmaları gerekir. Ayrıca Türkler, yarım asrı aşan bir süreyle içinde yaşadıkları toplumun dinamiklerini, referanslarını, kültür ve sanat değerlerini bilmeli ve bunlara yabancı kalmamalı. Bunları bilerek geliştirilecek yeni stratejiler hem varolmanın, hem de asimile olmadan hayatı devam ettirmenin en önemli değeridir