Hilmi Özkök, Silivri’de tutuklu olan eski çalışma arkadaşlarına deyim yerindeyse tam anlamıyla oksijen verdi...

Hilmi Özkök, “komutanlarla yaptığı toplantıyı beyin fırtınası toplantısı olarak niteledi...”

Orada söylenenlerin, “bir darbe girişimi olarak” adlandırılamayacağına vurgu yaptı...

Komutanların kendi aralarında yaptıkları beyin fırtınalarında her şeyi özgürce konuştuklarını belirtip, bundan başka anlamlar çıkartmadığını söyledi...

Tutumundan taviz vermedi...

Muhtıra verilmesine karşı olduğunu tekrarladı...

Ergenekon şemasında bazı astların komutanlarının üzerinde yer aldığını gördüğünde, bunu gerçekçi bulmadığını ifade etti...

***


Ayışığı, Sarıkız eylem planlarıyla ilgili kendisine getirilen raporları, İstihbarat Dairesi Başkanı’na verdiğini ve sonra ondan bir geri dönüş almadığını söyledi...

Astlarına güvenmek zorunda olduğunu Kara Kuvvetleri Komutanı’nın 300 bin kişiye komutanlık ettiğini belirtti...

Kendi döneminde açılan internet sitelerinde, “siyasete hiç karışılmadığını” belirtti...

İlker Başbuğ için “Beni yönlendirmeye çalışmayan, doğru bilgiler veren ve işini iyi yapan bir komutan” ifadesini kullandı...

***


Hilmi Özkök ile ilgili çok şey söylendi...

Ancak iki gündür Özkök’ün verdiği ifadeler, eski silah arkadaşları için “gerçekçi, objektif ve onları özellikle suçlamaktan uzak duran” bir nitelikte...

İfadenin bir kendisi bir de vücut dili var elbette...

Özkök’ün ifadesinin vücut dilinde, gerçeklerden ve demokratik tavırdan hiç taviz vermiyor...

Ancak silah arkadaşlarını hedef yapmıyor, bazı olayların gereğinden fazla büyüdüğünü anlatıyor...

Bu ifadeler sanıyorum etkisini bir süre sonra gösterecek...

Özkök, eski silah arkadaşlarına bir yamuk yapmadı...

Tarihe bu kaydı düşmekte yarar var...

*****


“OĞLUM, BENİM RAKI ŞİŞESİNİ MASAYA KOY...”

Erbakan’ın Başbakan olduğu günlerdeydi... Yüksek Askeri Şura toplantısının ertesinde Başbakan Necmettin Erbakan’ın verdiği yemeğe bermutat komutanlar katılacaktı...

Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya yemekte içki ikramı yapılmayacağını düşünmüş ve Başbakan Erbakan’la masadaki içki üzerinden bir bilek güreşine tutuşmaya karar vermişti...

Emekli Büyükelçi Taner Baytok’un “Bir Asker Bir Diplomat” kitabında Güven Erkaya, Erbakan’la “rakı ve şarap tartışmasının yaşandığı günü” şöyle anlatmıştı:

***


“Kamuoyu beni laiklik karşıtı hareketlerle mücadele konusundaki tartışmalar sırasında tanıdı...

1996 yılındaki Askeri Şura toplantısı vesilesiyle, Başbakan’ın verdiği yemekte benim bir kadeh rakı istemem olay oldu...

Yüksek Askeri Şura toplantılarında mevcut adetler gereği, Başbakan ve Milli Savunma Bakanı üyelere birer akşam yemeği verirler...

Başbakan’ın yemeğine giderken eşim Gülden’e,

“Çok muhtemeldir ki, bu akşam bize yemekte içki vermeyecekler ve bunu belgelemek üzere basını da çağıracaklar” dedim...

Gülden “Ne evhamlı insansın” diye karşılık verdi...

Yemekten beş dakika önce Başbakanlık konutunun önünde oldum...

Baktım medya grubu bekliyor...

Bunu görünce, birinci tahminimin tuttuğunu anladım...

Aslında, Şura yemeklerine medyanın davet edilmesi usulden değildir...

RAKI GETİRİN DEDİM

Garsonların servis yaptıkları tepsilere baktım, alkollü içki yok...

Bir garson yaklaştı...

Bir kadeh rakı istedim...

“Alkollü içki yok efendim...” dedi...

“Peki, istesek de vermez misiniz?..” diye sordum...

“Alkollü içki vermememiz emredildi, ama gidip sorayım” diyerek uzaklaştı...

Tekrar döndüğünde rakı servisi yapmadıklarını söyledi...

Emir subayıma “Peki git sen içeriden bir rakı al da getir” dedim...

Kaya Albay, “Efendim rakı yokmuş, ama komutan çok ısrar ediyorsa, bir yerden bulabiliriz dediler” diye geri döndü...

‘Komutan çok ısrar ediyor dersin’ diyerek emir subayını yeniden yolladım...

Durumu dışişlerinden bir protokol görevlisine de söyledim...

Görevli, “Kimse istemediği için alkol ikram etmiyoruz” deyince,

“Öyleyse ben istiyorum, bana bir kadeh rakı gönderiniz” dedim...

***


Biraz sonra garson bir kadeh rakıyı görünmesin diye peçete kağıdına iyice sarılmış olarak getirdi...

Bardağın etrafındaki peçeteyi çıkarıp garsonun eline tutuşturdum ve

‘Bu böyle daha güzel gözüküyor’ diyerek gülümsedim...

Rakıdan bir yudum aldım o sırada Genelkurmay Başkanı geldi...

Başbakan onu doğrudan yemek masasına aldı...

Ben de, sofrada yerime oturdum...

Rakı bardağımı da önüme koydum...

Her masanın başında iki garson bekliyor ve kimseye sormadan bardaklara portakal suyu dolduruyorlardı...

‘ŞİŞEYİ MASAYA KOY’

Genelkurmay Başkanı’nın bardağına da portakal suyu koydular, ama o “Ben şarap içeceğim” dedi... Bana portakal suyu koymak istediklerinde garsona, “Ben rakıya devam edeceğim, sen şu rakı şişesini servis masasına koy, kadehim boşaldıkça doldurursun” diyerek karşı çıktım...

Portakal suyu servisi bitti, yemeğe geçilmeden evvel basın ve medya mensuplarını içeri aldılar...

Ben rakıyı ön plana geçirdim, etrafındaki bardakları kenara çektim...

Genelkurmay Başkanı’nın şarabı fotoğrafçılar gittikten sonra geldi...

Resim ve film çekenler baktılar ki, bir tek benim önümde içki var, hepsinin ilgisi benim rakı kadehime yöneldi...

Benim rakı kadehi ertesi günkü haberlerin de odak noktasını oluşturdu...

Böylece Erbakan’ın oyunu bozulmuş oldu...

Yemek bitti, eve geldim...

Yatmak üzereyken telefon çaldı...

Genelkurmay Başkanı telefondaydı...

“Aferin Güven, çok iyi yaptın... Ben de biliyorsun şarap isteyip içtim” dedi...

Refah Partisi’yle bu iktidardaki ilk karşılaşmam idi...”

***


Masadaki içki üzerinden siyasi hesaplaşmayı anlatan bu anekdot 1996 yılının Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya’nın anılarından aktarıldı...

Bugün de Ramazan ayına denk gelen YAŞ toplantısında “masada su olup olmaması” tartışılıyor...

İçki meselesini bir siyasi bilek güreşine çevirmesek, belki toplum olarak daha bir rahatlayacağız...

Bir insanın başka bir kişi üzerinde kendi yaptıklarından içtihat yaratması, ya da yemekte içilen içkinin siyasi bilek güreşinin parçası sayılması bu topluma demokrasi, huzur ve barış getirmez...

Barış egoların ancak karşılıklı rencide olmadığı durumlarda, gönüllü ve kalıcı bir sonuca ulaşır...

Metazorik yaklaşımlar gönüllü birliktelikleri dumura uğratırlar...

*****


“GERÇEKTE EĞER BİR YALANCIYSAK...”

“Seminerlerin birinde bir adam ayağa kalktı ‘dar görüşlü insanlardan ne kadar nefret ettiğini, iş yerinin ve çevresinin onlarla dolu olduğunu anlattı...

Sonra bir gün okuldan sevgili oğlu geldi ve onlara eşcinsel olduğunu ilan etti...

Aynı adam birden tiksinme duyguları içinde boğulmaya başladı...

Eşi onu sakinleştirmeye çalıştığında Gölge Aşamaları seminerinde, nefret ettiğini ilan ettiği ‘dar görüşlü insanın’ aslında kendisi olduğunu idrak etti...

Yansıtmalarımızı sahiplenmek, cesaret ve alçakgönüllülük isteyen, huzuru bulmak için geçmemiz gereken bir aşamadır...

Yansıtma başkalarında görmek istemediğimiz davranışların aslında aynısının bizde de var olduğunu kabul etmemiz için bizleri zorlar...

***


Aslında ortaya çıkmamış bir yalancıysak, dürüst insan görünüşümüzle dürüst olmayan insanlardan sürekli nefret ederiz...

Düzenlediğim seminerlerde yansıtmayı anlattığım için bana kızan insanlarla oldukça eğlenceli anlar geçirdim...

Onlara ‘sizler de sevmediğiniz ya da nefret ettiğiniz yönlerinizi başkalarına yansıtıyorsunuz’ dediğim için çılgına dönüyorlardı...”

(Debbie Ford’un Kendimiz Başkaları ve Dünya ile Barışık Olmak isimli çalışmasından...)

(Vatan gazetesinden alınmıştır)