\"Hey gidi Karadeniz\"



Bir göldür Karadeniz başlangıçta (Neouexsine göl) fakat zamanla Ege\'yle birleşmiştir. Bu birleşmenin sebebi gerçekte eskilerin inandığı gibi Dinyeper, Dinyester, Don ve Tuna gibi dört muazzam nehrin sularıyla beslenen Karadeniz\'in taşarak İstanbul ve Çanakkale boğazlarını basması mıdır, yoksa tam tersine Akdeniz mi taşarak Neouexsine gölü istilâ etmiştir? Bu kısım tartışmalı, fakat her ne idiyse o vakitlerde kıyıda yaşayan insanlar bu ürpertici istilâyı dehşet içinde izlemiş olmalılar. Daha doğumu anından belli, Karadeniz\'in mayasında öfke, mizacında fırtına vardır.

Görece genç ve küçük bir içdeniz olmasına rağmen denizlerin en denizi olan Karadeniz\'in antik dünya gibi modern dünyadaki imgesi de fırtınadır. Onun kuzeyindeki karasal iklim ile güneyindeki astropikal iklim arasındaki karşılaşmalar Karadeniz\'in aniden patlayan ve açıktan kıyıya doğru köpüre köpüre koşan korkunç dalgalarını, en usta denizcileri bile ürküten tekinsiz fırtınalarını doğurur.

26 Mayıs 1640 günü Karadeniz üzerinde fırtınaya yakalanan Evliya Çelebi geminin dalgalar arasındaki çaresizliğini tarif ederken \"Kâh göklere çıkıp bulutlara geminin direği dokunurdu, kâh denizin dibine inip sanki cehennemdeki gayya deresi ve en derin çukura inmiş olup dört tarafımızda Karadeniz Bîsütun dağı gibi belli olurdu.\" demektedir.

Karadeniz\'in fırtınaları en iyi Feodosiya (Kefe)\'lı Ayvazovski\'nin tablolarında betimlenebilen bir şiddette eser. Binlerce tabloda birbiri ardınca gelen su dağları arasında yan yatmış gemiler, gemisinin enkazına tutunmuş kazazedeler, \"dokuzuncu dalga\"nın geçmesini bekleyen denizciler, deniz üzerinde karanlık, uğultulu, korkutucu geceler resmeden Ayvazovski de bir Karadenizlidir neticede. Kırım\'ın kayalık uçurumlarını, yalıyarları döven vahşi dalgaları, öfkeli denizi ve onun karalığını tanımayan biri bu tabloları yapamaz.

İsmi her dilde aynı manaya gelen Karadeniz sadece renk olarak siyahı değil mana olarak da kara\'nın bütün hayaletlerini çağrıştırır. Fırtınaları apansızın patlar onun, Akdeniz\'den de Hazar\'dan da daha derin olan bulanık sularının dibi görünmez. Kuzeydir o, soğuktur. Kasvetlidir, tehlikeli ve tekinsizdir. Bütün bunlardan ötürü de biriciktir ve eşsizce güzeldir.

Bu satırları yazarken Berdülacz soğuklarının kar düşürdüğü bir şehirde üç gündür fırtınalarla çalkalanan Karadeniz\'e bakıyorum. Seyrettiği denizi sadece kendi denizi sanmak kıyı çocuklarının yanılgısı olmalı. Oysa hiç düşünmeyiz ki bu fırtınanın karşı kıyıda da bir devamı vardır. Kim bilir belki başlangıcı bile oralardadır. Dahası karşı kıyıda da bambaşka şehirler, insanlar, tarihler ve hayatlar vardır.

Sergei Eisenstein\'ın kült filmi Potemkin Zırhlısı\'nın teraslar halinde kıyıya inen meşhur merdivenleri orada, Odessa\'dadır meselâ. Puşkin\'in \"yurtiçi\" sürgün yerlerinden birisi de Odessa\'dır. Lev Tolstoy\'un genç bir topçu subayı olarak tanık olduğu Sivastopol kuşatması tam karşı kıyıda gerçekleşmiştir. Bugünkü Köstence yakınlarında antik Tomis şehrine sürgün edilen Latin şair Ovidius burada ne insanlarla, ne iklimle, ne de coğrafyayla anlaşabildiğinden sürekli şikâyet etmiştir.

Düşüşü, I. Abdülhamid\'in felç geçirmesine ve ardından vefatına sebebiyet veren Özi kalesi de aynı Karadeniz\'in kıyısındadır, Azak kalesi de. Yavuz Selim\'in 29 yılını Trabzon\'da sancak beyi olarak geçirdikten sonra Kırım\'da Kefe sancakbeyi olan şehzadesi Süleyman\'ın yanına gitmek üzere bir gece gemiyle soğuk ve karanlık sularına açıldığı deniz de Karadeniz\'dir.

Sinop cezaevinde yatmakta olan Sabahaddin Ali\'ye \"Dışarda deli dalgalar/ Gelip duvarları yalar\" mısralarını söyleten de Karadeniz\'dir, bir bayrağa bakarak çırpınan deniz de.

Binlerce yıldır hepsi tanıştır bu insanların, hepsi aynı suya bakar, aynı aynanın üzerinde kimlik ararlar. Çünkü Karadeniz, kıyısında yaşayan herkesi kendisine benzetirken yedi kat yabancı olanları da birbirine benzetir, yaklaştırır.

(ZAMAN)