Tıpkı partileri gibi gazeteleri de Cumhuriyet'le birlikte kuruldu. Üstelik bizzat rejim tarafından, gerekli teşvikler ve ayrıcalıklar sağlanarak. İtinayla merkeze yerleştirildiler. Çoğunluğu oluşturan halkın dili, dini, kültürü ve yaşam pratikleri üzerinde kibirli bir edayla kırbaç şaklattılar.

Kurtuluş Savaşı'nı canıyla kazanmış, ekonomiyi rejimin utandığı "moderin" olmayan kıyafetleri de sırtındayken emeğiyle çekip çevirmiş halkı yerden yere vurdular. Dersimli Alevi'ye "başı bozuk", Ağrılı Kürt'e "yabani," ezanı itikadınca dinlemek isteyen Yozgatlıya "irticacı," yoksula "ayak takımı" dediler.
Normu onlar belirlerdi. Tıpkı aslan payını kaptıkları reklamların ve ihalelerin koşullarını belirledikleri gibi. İstisnasız, tek birini bile atlamadan darbeleri, muhtıraları, sokak kabadayılıklarını destekleyerek saltanatlarının mümkün olduğunca uzun olmasını sağladılar.

Bu ekonomik ve politik olarak imtiyazlı konumları sayesinde ülkenin kültür endüstrisinin kılcal damarlarına kadar nüfuz ettiler. Dört elle sarıldıkları sıkı gümrük duvarları sayesinde kültürel bir çöle dönen ülkede tüm vasatlıklarını rahatça satabildiler. Kazandılar da kazandılar.

Kibirli, patronları ve yöneticileri var. Her cenahtan devşirilmiş tetikçilere sahipler. Ceberut rejimden kalma gazetecilik cemiyetleri, vakıfları, konseyleri, sendikaları ayakta. İçeride ve dışarıda, meşru ve demokratik siyasi baskı grupları dışında kalan ne kadar odak varsa işbirliği halindeler. İttifak kuracaklarında aradıkları tek koşul, Türkiye'ye ve halkına düşman olması. Amerika, İsrail, Katil Esad, Diktatör Sisi, terör örgütleri, taş, sopa... Artık Allah ne verdiyse...

Burjuvazinin gizemli çekiciliği


80 yıllık pratiklerinin verdiği deneyimle her alanda uzmanlaştılar. 5-10 yıldır meşruiyetleri epeyce yara alsa da hâlâ hükümranlıkları sürüyor. Kimi ergenlere de yedirdikleri efendi-köle diyalektiğinin eşitsizliğini yegâne siyasi doğru olarak pazarlıyorlar.

Pozisyonlarını o kadar içselleştirmişler ki, beş yaşında bir çocuğun bile göreceği ikircikli ahlaki tutumlarını seküler bir ermiş pozunda savunuyorlar.
Örneğin, muhafazakâr bir gazetecinin yumruklu saldırıya uğramasını sektördeki suskunluk sarmalında yok etmeyi de başarıyorlar. Ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanına "ip mi yağlı kazık mı" diye sorabilen meczup hakkında soruşturma açılmasından "basın özgürlüğüne darbe" mottosu çıkartmayı da.

Bir anda gazetesinden tasfiye edilen 25 yazarın yaşadığı, bu "gasteci" oligarşisi için bırakın dert olmayı konu bile değil. Ama söz konusu olan CHP'li bir yazarsa, patronuyla atışıp işinden ayrılması bile sansürün en açık kanıtı. Yayınlarının içeriği de farklı değil. Eğer destekledikleri partinin tabelasına yumruk atılmışsa ertesi gün hepsi aynı manşetle çıkıyor. Lanetler havada uçuşuyor. Ama hafta sonu olduğu gibi, destekledikleri "yasal partinin" mitinginde, çatıya çıkmış Kalaşnikoflu adamların 2 Hüda-Par'lıya ateş açıp öldürmesinde haber değeri bile görmüyorlar.

Görüyoruz, anlıyoruz, yemiyoruz. Ne var ki, tüm ahlaksızlıklarına rağmen, ezilenlerin pedagojisini hatim etmişler, haklarını teslim etmek lazım. Psikolojik üstünlük ellerinde. İşte bu yüzden, temiz, steril mahallelerinin kapısında "dam bekleyen" siyahi medyanın kimi eziklerini özeleştiri manyağı yapmayı başardılar. O zavallılar da elinde silahla bekleyen efendisi için, zulme isyan eden arkadaşlarının "üslubunda" boncuk arayıp şirinlik yapıyorlar.
Ne acıklı, ne utanç verici bir "insanlık hali" değil mi?

(SABAH'tan)