Halk Vatandaşlık değil mülkünü istiyor

Son günlerde yapılan açıklamalar hep, “Bir anlaşma olursa KKTC halkının tümü AB vatandaşı olacak” türünde. Sanki de vatandaşlarımızın önüne hoşuna gidecek bir havuç konmaya çalışılıyor havası var bu açıklamalarda. 

KKTC Halkının büyük bir kısmı pek Avrupa Birliği vatandaşlığı ile ilgilenmiyor. Zaten büyük bir kısmı 1 Mayıs 2004 tarihinden beridir AB vatandaşı ve pek umurunda da değil AB vatandaşı olmak. Olmayan için de 2004 Annan Planı referandumunun ve de AB vatandaşı olmak hayallerinin altından çok sular akmış bu son 11 sene içinde.  

KKTC halkının AB vatandaşı olanı da olmayanı da, ağız birliği etmişçesine taşınmaz malının geleceği ile ilgili. Önem sırası mülküne sahip olmakla başlıyor ve sırası ile iki bölgelilik, kendi bölgesi içinde egemenlik ve siyasi eşitlik olarak devam ediyor kafasının içinde. Beklentileri de aynen bu şekilde. Son 41 yıldır içinde oturduğu evinin, binbir zorlukla inşa ettiği konutunun veya da işyerinin kayıtsız koşulsuz kendine ait olmasını istiyor vatandaşımız. 

İşin güzel tarafı bugüne değin hafızalardan büyük bir başarı ile silinmeye çalışılmış olan 1955-1974 arasında yaşadıklarımız, yollarda bellerde şehit edilen kardeşlerimiz, yakılan yıkılan evlerimiz, köylerimiz ve yağmalanan evler, işyerleri, hayvanlar ve zahireler bir bir hatırlanmaya başladı aniden. 

“Biz niye tazmin edilmedik” veya da “Rumlar da bizi tazmin edecekler mi?”, “ Bizden çaldıkları huzurumuzu, geleceğimizi, kararttıkları hayatlarımızı, çaldıkları mallarımızı, gasp ettikleri evlerimizi, tarlalarımız bize ödeyecekler mi?” sorusunu dile getiriyorlar artık. 

Belli ki “pembe vaatlerin” sonu gelmiş. 2004 Annan Planı furyasında bol bol dile getirilen “herkese iş, herkese ev,  herkese bol maaş” vaatlerine pek kanacak birileri kalmamış ortada. Gerçi Avrupa Birliği’nin ve ABD’nin “toplumu kandırma mühendisleri” gene birşeyler bulup piyasaya sürecekler ama artık bunlara kanacak yüzde 65 gibi bir çoğunluk yok.

Muhakkak gene satın alacakları köşe yazarları, basın mensupları ve medya kuruluşları olacak ama halkımız bunları Annan Planı döneminde tanıdığından pek itibar görmeyecekler bu sefer. Yazdıkları, çizdikleri ve pompalamaya çalıştıkları fikirler pek taraftar bulamayacak gibi gözüküyor bu günlerde, mülkiyet konusu ciddiyet kazandıkça, Rumlar evleri ziyaret edip “çıkın burası bizim” dedikçe.  

Rumların bu yaptıkları aslında Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya benziyor. KKTC topraklarında, ellerinde KKTC devletinin resmi Tapu Dairesinin ısdar ettiği ev veya da arsa koçanı (tapusu) olan kişilere giden Rumlar, “bu belgeler geçmez, ben sahte devleti (KKTC) tanımıyorum, benim elimde Rum tapusu var, burası benim, çıkın evimden” diyebiliyorsa bu işte bir yanlışlık var. Gerçekte gelecekte neler olacağının işaretini veriyor bu davranışlar. Daha şimdiden mülkiyet konusunda sürtüşme başladıysa veya Rumlar sürtüşme başlatmak eğilimindeyse, gelecekte bu gibi olayların boyutunun biraz daha büyüyüp genişleyeceği kesin. 

Nedense Rumlar geçmişten hiç ders almıyorlar.      

Müzakere heyetinin önceliği mülkiyete vermesi, iki bölgelilikte ısrar etmesi ve kurulması için müzakerelerin sürdürüldüğü yeni devleti oluşturacak iki kurucu devletin kendi bölgelerinde de söz konusu devleti kuracak halkın hem sayısının hem de mülkünün çoğunlukta olmasını gözetmesi gerekmektedir… 

Halkımızı tedirgin eden, kendi bölgesi içinde hem nüfus olarak azınlığa düşmek, hem de mülk sahipleri olarak azınlıkta kalmak. Böylesi bir çözüme Kıbrıslı Türklerin “Evet” demeyeceği de açık.