Bir savcının “şüpheli” sıfatıyla ifadeye çağırmaya kalkıştığı MİT Müsteşarı’nın bugünlerdeki en önemli meşguliyet konusu Suriye. Başbakanlık müsteşar yardımcılığı görevinde olduğu dönemden itibaren Türkiye’nin Suriye politikalarının yürütülmesinde en üst seviyede görevler almıştı Fidan. Ayrıntılarını bilen biliyor.

Bugünlerde de iyice kritik bir hale gelen Suriye meselesinde en önemli ve zorlu görevleri üstlenen ekibin başında. Zaten Dışişleri Bakanı Davutoğlu da gelişmeler üzerine hemen “Fidan ve ekibinin görevlerinin hakkını veren, son derece başarılı bir ekip olduğunu” açıkladı biliyorsunuz.

Suriye konusunun en can alıcı bir aşamaya geldiği bir süreçte MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın böyle bir yargı girişimine maruz kalması Türkiye’nin çıkarına olan bir gelişme değil.

***

Bu konu hakkında şimdilik bu kadarını söylemekle yetinerek asıl meseleye dönecek olursak...

Suriye meselesinin Türkiye için ifade ettiği anlamın “ABD neden bizi Suriye’ye saldırtmaya çalışıyor” sorusunun ifade ettiği naifliği aşan bir boyutu olduğunu düşünmek mümkün. ABD’nin Suriye politikası tam olarak hangi hedefe ulaşmayı öngörüyor diye sormaksızın Türkiye’nin Suriye politikasının doğru biçimde değerlendirilmesi de kolay olmayacaktır.

Konunun iki ayrı görünüşü var. İlki, ABD dış politikasının bugün izlediği yöntemin gereklilikleri... Dış politikanın dizginlerinin Neo-conların eline teslim edildiği Bush yönetimi esnasında ABD başka türlü bir yöntem izliyordu. Kimseye müdana etmeksizin, kendi ordusunu hedef ülkeye gönderiyor ve ortalığı yakıp yıkarak, kan gölüne çevirerek amacını gerçekleştirmeye çalışıyordu.

Bu yöntemin ne kadar başarılı olduğu tartışma konusu. O dönemde kendisine kafa tutmaya kalkışan bazı müttefiklerini nasıl dize getirdiğine dikkat çekenlere göre başarılı. Afganistan ve Irak işgallerinin sonucunda bölgede İran’ın gücüne güç katılmış olduğunu görenlere bakarsanız başarısız.

Ama sonuç itibarıyla Amerikan kamuoyu o yöntemi onaylamadığı için bugün dış politikada başka türden araçlar kullanma zorunluluğu var Obama yönetiminin. Hem doğrudan bir askeri müdahalede bulunması söz konusu olmayacak. Hem de kendi başına değil, müttefikleriyle beraber hareket etmeye özen gösterecek.

Bush döneminde yapılanların tam tersinin yapılmasını öngörüyor bu yeni anlayış. Nitekim Libya’da uygulanan yöntem buydu. Amerika hiç ortada görünmedi. Ama neticede istediğine ulaştı. Ortalıkta görünen aktörler de isteklerini az çok elde ettikleri için bu yeni yöntemden memnunlar.

***

Şimdi aynı yöntem Suriye’de mi uygulamaya konulacak? Görünen o ki ABD bir taraftan Şam rejiminin yıkılmasını istiyor, ama askeri müdahale seçeneğinden de uzak duruyor. Buna bakarak Obama yine kendisi ortalıkta görünmeden müttefiklerini seferber ederek amacına ulaşmayı düşünüyor diyebiliriz. Dolayısıyla Türkiye’nin bu sürecin içine çekilmesi yolundaki gayretleri de anlamlandırmak mümkün.

Türkiye hem komşu ülkeye yönelik bir askeri müdahale içinde yer almanın hem de bu askeri müdahale sonucunda bölgede oluşacak karmaşanın risklerini gördüğü için bu sürecin dışında kalmak istiyor.

Ancak, Washington’un Suriye politikasının asıl amacının Şam rejimini yıkmaktan daha fazlasını içerdiği doğruysa durum biraz daha karmaşıklaşabilir. Asıl amaç bölgede Şii-Sünni gerilimine dayanan bir “soğuk savaş” atmosferi yaratılması ise Türkiye’ye yönelik baskının rengi değişir. Bu durumda Türkiye’nin hem içeriden hem dışarıdan gelen baskılar karşısında göstermekte olduğu direncin anlamı da farklılaşacaktır.

Suriye probleminin ikinci boyutu da bu...

(STAR)