Uzunluğu mu?

Yoğunluğu mu?

Batı Avrupa ülkelerinin yazlarının çok sıcak olduğundan yakınır herkes ve hatta ‘büyük’ Britanya yazlarının dengesizliğinden şikayet edilir ama hiç bir yaz 1959 yılı Temmuz ayı kadar sıcak ve eşi benzeri görülmemiş bir kuraklık getirmedi Britanya Adası’na…Yarım asır sonra bile.

İngiliz komşularınız da sürekli soğuktan, sisli ve puslu havadan şikayet edip sıcak olunca ‘We cannot cope with this’ diye mi yakınıyor.

O halde güzel bir yaz nasıldır?

Pek çoğumuz güneşin moralimizi düzeltecek kadar parlaması ve kemiklerimizi ısıtarak bizi kışa hazırlamasını bekler.

Britanya’da, 1959 yılının bela yazında bir daha hiç istenmeyen şeyler oldu. 21. yüzyılın en uzun yazı oldu ve başlangıçta her şey iyi gitse de uzunluğu, kuraklığı ve beraberinde getirdiği yasaklarla yağmurun bir türlü yağmayışı unutulmaz ve bir daha istenmeyen bir yaz olmasına sebep oldu.

Hava sıcaklığı daha şubat başında 19 derece civarında olmaya başladı, devamında Nisan ayında yaz geldi ve ekim ayına varıldığında güneş hala kavuruyordu ve yağmur düşmemişti.

Sıcaklık Londra'da 109, Cambridge’de 121, Birmingham'da 82, Southampton’da 136 gün boyunca 21 derecenin üzerindeydi ve hatta yağmuruyla ünlü Glasgow 50 gün boyunca güneşli geçti.

Kuraklık Bakanlığı oluşturuldu, sonra sel bakanlığı oldu adeta…Yani ülkede ne varsa onun bakanlığı kuruldu.

Bu yaza ve güneşin kendini cömertçe göstermesine önce ‘muhteşem yaz’ denildi ama daha sonra kuraklık tehlikesi ve su kıtlığı önlemlerini de beraberinde getirdi. Bahçe sulama, araba yıkama gibi şeyler yasaklandı. Gizli yapanların şikayet edilmesi istendi ve cezalar yağdı. Günlük duş almama uyarısı yapıldı ama zaten evlerde su çeşmelerden akmayınca kovalarla uzaktan taşınmak zorunda kalındı. Çünkü yıllık yağış miktarının sadece yüzde 52’si yağmıştı. Bu yağış da mayıs ile ekim ayları arasında düşmeyince toprak kurudu, ekin rekoltesi düştü. Güzel akan İngiliz dereleri ve çayları tamamen kurudu. Çalılık ve orman yangınları oldu, 500 milyon Pound değerinde tarım ürünü yok oldu, hasat yapılamadı ve gıda fiyatları arttı.

Ekim sonunda yağmur intikam alır gibi geri dönünce de toprak düşen damlaları emecek kabiliyette değildi ve sel oldu. Ama kıtlığın önüne geçilmiş oldu. 1960 yılı ise Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en ıslak kış oldu ama moral bozucu olmadı.

Güneşli günlerle moralimiz düzelirken bu tür ani iniş ve çıkışların doğaya etkisi inanılır gibi değil. Ölen deniz canlılarından bal yapamayan arılara kadar. Uğur böcekleri hemen ölüveriyor. Ama bu konuya dikkat çekip gereksiz su tüketiminin önüne geçmeye, doğayı korumaya, önlem almaya ve hükümetleri etkilemeye çalışanlar ise iklim değişikliğinin en az etkilendiği ülke mensupları, en az ağaç kesenleri, kontrollü ormancılık faaliyetinde bulunanları.

Güneş de hayat kaynağı ama istikrarlı yağan yağmurlar ve bereket de denilebilir. Çünkü bahçenizi sulamanıza dahi izin verilmiyorsa ve suyu boşa akıtmama uyarısı telkin değil yasak olursa yazınız da tatsız geçer.

Azı karar…çoğu zarar…’ derdi ya annelerimiz. Güneş ile beraber yağmuru da özleyerek…

Kışın da soğuk havalardan yakınmak üzere!