DR. ALİ EMRAH BOZBAYINDIR(*)

CAMBRIDGE

2016 yılında gerçekleştirilen Avrupa Birliği (AB) referandumu öncesi dönemden bugüne, İngiliz toplumunu AB’de kalmak isteyenler (Remainers) ve ayrılmak isteyenler (Brexiteers) olarak ikiye ayırmak mümkün. “Evet” ve “hayır” seçeneklerinin sunulduğu her referandum için geçerli olan bir durum olmasına karşın, Birleşik Krallık’ın AB’den (anlaşmalı veya anlaşmasız) bir türlü ayrılamaması nedeniyle, bu ayırım gittikçe değişti ve ciddi bir tabanı olan bir Brexit partisinin kurulmasına neden oldu. Esasen Birleşik Krallık ortak para birimine dahil olmasa ve birçok AB mevzuatına çekince koymuş olsa da, AB gibi gerek iktisadi gerekse hukuki olarak derine nüfuz eden bir yapıdan ayrılmak, bir de Kuzey İrlanda meselesi gibi fay hatlarına dokunduğundan, oldukça çetrefil bir süreç haline gelmiş durumda. İngiltere’nin AB’den ayrılmak isteyebilecek diğer üye ülkelere de örnek olması, süreci iyice içinden çıkılmaz hale getiriyor.

Teknik olarak değerlendirildiğinde, AB anayasasının Hollanda ve Fransız referandumlarında reddedilmesinden sonra bu durumu ikame etmek üzere kabul edilen ve 2009 yılında yürürlüğe giren, AB’nin temel hukuk metni niteliğindeki Lizbon Antlaşması’nın 50. maddesi Birlik’ten ayrılma usulünü açıkça düzenliyor. Adı geçen maddenin birinci fıkrasına göre “Her üye devlet, kendi anayasal kurallarına uygun olarak, Birlik’ten çekilmeye karar verebilir” Birleşik Krallık da bu hükme dayanarak AB’den çıkma kararını 50. maddede öngörülen usulü işletmek suretiyle, 29 Mart 2017 tarihinde ilgili AB makamlarına tebliğ etti. AB Konseyi ise 11 Nisan 2019 tarihinde Birleşik Krallık tarafından Lizbon Antlaşması’nın 50. maddesinin 3. paragrafı uyarınca iletilen, müzakerelerin 31 Ekim 2019 tarihine kadar uzatılması talebini onayladı.

Müzakere edilen ayrılma anlaşmasının Avam Kamarası tarafından üç defa reddedilmesi nedeniyle istifa eden Başbakan Theresa May’in koltuğuna Boris Johnson oturdu. Özellikle Kuzey İrlanda ile AB üyesi İrlanda arasında katı bir sınırı önlemek amacıyla geçtiğimiz aylarda Almanya ve Fransa’ya yaptığı ziyaretlerden net bir sonuç alamayan Johnson’ın, 31 Ekim 2019’da yeni bir süre uzatım talebinde bulunmayarak AB’den anlaşmasız olarak ayrılmayı göze aldığı, beyanlarına açıkça yansıyor. Bununla birlikte, anlaşmasız bir Brexit’in akabinde gıda ve ilaç tedarikinin eskisi gibi mümkün olmayacağı ve ekonomi üzerinde ağır sonuçları olacağı gibi endişeler, Muhafazakâr Parti içinde de yüksek sesle dile getiriliyor. Hükümet bu konularda gerekli önlemlerin alındığını ifade ediyor.

Başbakan Johnson’un (açıkça dile getirilmese ve rutin bir işlem olduğu ifade edilse de) anlaşmasız Brexit’in Avam Kamarası tarafından engellenmesinin önüne geçmek amacıyla 14 Ekim 2019 tarihine kadar meclisi tatil etme (proroguing parliament) kararıyla birlikte kriz yeni bir boyut kazandı. Bu usulün işletilmesinin doğal olmadığı, bu tatilin son kırk yılın en uzun meclis tatili kararı olduğu ifade ediliyor. Bu durum, aslında güçlü bir geleneği olsa da yazılı olmayan İngiliz anayasal sistemiyle ilgili eleştirilerin de bugünlerde daha sık duyulmasına neden oluyor. Bu tartışmalar Alexis de Tocqueville’in 1835 yılında yayınlanan “Amerika’da Demokrasi” isimli klasik eserinde yaptığı “İngiltere’de anayasa sürekli olarak değişebilir veya bir başka deyişle gerçekte İngiltere’nin bir anayasası yoktur” tespitini akıllara getiriyor.

Başbakan Johnson’ın (muhalefete göre) anayasal usulü ve gelenekleri kötüye kullanması, muhalefet cephesinden gecikmeden gelen bir karşı hamleyle yanıtlandı. Bilhassa (aslında Muhafazakâr Parti kökenli olduğu halde ateşli bir Brexit karşıtı olan) Meclis Başkanı John Bercow, Türkiye’deki tatilini yarıda kesip, Johnson’un 31 Ekim 2019’da anlaşmasız Brexit için meclisi devre dışı bırakmasına engel olmak üzere kolları sıvadı. Bu çaba 9 Eylül 2019’da meclisin tatil edildiği günün gece yarısına kadar, Avam Kamarası’nın son zamanlarda gördüğü en hararetli tartışmaların yaşandığı oturumun sonuna kadar devam etti. Başbakan Johnson’ın (meclis üye tam sayısının en az üçte ikisinin oyunu alması gereken) erken seçim talebi de bu oturumda bir kez daha reddedildi.

Netice itibarıyla, muhalefetteki İşçi Partisi, AB’den çıkma konusunda yeniden referanduma gidilmesini savunan Liberal Demokrat Parti, diğer muhalefet partileri ve 21 kişilik Muhafazakâr Partili milletvekilinin desteğiyle Avam Kamarası’ndan geçip Lordlar Kamarası’na giden, orada da kabul edilmesinin ardından Kraliçe’nin onayından geçerek 9 Eylül’de yürürlüğe giren kanunla birlikte, Başbakan Johnson’ın meclisi tatil etme hamlesi bir anlamda boşa çıkarılmış oldu. Zira (meclise sunan milletvekillerinin soyadlarıyla adlandırılan) “Benn-Burt” tasarısının kanunlaşması, Başbakan Johnson’ın manevra alanını epey sınırlamış oluyor. Bu kanun hükümleri Başbakan Johnson’a, 19 Ekim 2019’a kadar AB ile müzakereler neticesinde bir anlaşma sağlayamaması halinde, Birleşik Krallık’ın en erken 31 Ocak 2020 tarihine kadar AB’den üyeliğini uzatma talebinde bulunması mecburiyeti getiriyor. Bu kanuna isyan eden Johnson ise böylece elinin kolunun bağlandığını ve bu durumun Birleşik Krallık’ın müzakerelerde elini zayıflattığını ileri sürüyor.

- Anlaşmasız Brexit için seçenekler

AB’den yeni bir uzatma talep etmeyeceğini ifade eden ve 19 Ekim’e kadar AB ile bir anlaşmaya varamama ihtimalini göz önünde bulunduran Başbakan Johnson ve ekibi söz konusu kanunu devre dışı bırakacak formül arayışlarına girmiş görünüyor. Boris Johnson’ın ekibi, anlaşmasız Brexit’e mâni olmak üzere çıkarılan kanunun etrafından dolanmak üzere çeşitli ihtimaller ve alternatifler üzerinde duruyor. Bunların başında ise söz konusu kanuna göre 31 Ekim tarihine kadar anlaşma olmaması halinde Lizbon Antlaşması’nın 50. maddesi uyarınca müzakere süresinin uzatılması için AB’ye başvurmak durumunda olan Johnson’ın, bu konuda bir mektubu kanuna uygun olarak yazdıktan sonra, bu talebini geri çeken ikinci bir mektup yazması seçeneği geliyor. Buna karşılık, eski Yüksek Mahkeme yargıçlarından Lord Sumption’ın da belirttiği gibi, böyle bir hamle kanunun amacına aykırı olacağından, söz konusu mektubu gönderdikten sonra bir cayma beyanının gönderilmesinin kanuna aykırılık teşkil etmesi oldukça muhtemel görünüyor.

Johnson ve ekibinin üzerinde durduğu ikinci ihtimal ise söz konusu kanunu iptal etmek üzere, milli afetler veya terör saldırıları gibi hallerde başbakana ulusal acil durum (bir nevi olağanüstü hal) ilan etme yetkisi veren 2004 tarihli Acil Durumlar Kanunu’nda (Civil Contingencies Act 2004) yer alan yetkiyi kullanarak anlaşmasız Brexit’in sağlanması. Sürecin bir türlü sonuçlandırılamamasının ortaya çıkardığı olumsuz etkilere karşın, hukukçular Brexit’in ilgili kanun muvacehesince bir acil durum (emergency) seviyesine ulaşmadığı görüşündeler.

Başbakan Johnson’ın (kendisine üyeliği uzatma zorunluluğunu getiren) kanunu dikkate almaması ihtimali üzerinde durulsa da bunun, beraberinde çok sayıda bakan ve milletvekilinin istifasının yanında, Başbakan’ın cezai sorumluluğunu doğurabileceği de ifade ediliyor.

Bu konuda bir diğer ve oldukça zayıf bir ihtimal de Başbakan Johnson’ın hükümetini güven oylamasına sokması ve bundan sonraki 14. günün sonunda seçim kararı alınması. Bu seçenek denenecek olsa bile, bu en erken Avam Kamarası’nın tatilinin sona erdiği 14 Ekim 2019’dan itibaren mümkün olabilecek. Bu nedenle, her halükârda seçim 31 Ekim 2019 sonrasına kalacak.

Başbakan Johnson’a anlaşmasız Brexit yolunu açabilecek bir başka ihtimal ise bir başka AB üyesi ülkenin İngiltere ile müzakerelerin uzatılmasını veto etmesi. Bu ihtimal akla yatkınmış gibi görünse de (AB bu konularda oy birliğiyle karar almak zorunda olduğundan) AB’nin bugüne kadar Brexit konusunda blok halinde hareket etmiş olması ve daha önce bu konuda Polonya’yı ikna çabalarının başarısız olması nedeniyle, bunun da gerçekleşmesinin zor olduğu görülüyor.

Mevcut durumda, Başbakan Johnson’ın anlaşmasız ayrılma kartını elinde tutarak AB ile daha güçlü müzakere etme planı, anlaşmasız Brexit’in önünü kesen kanunla geçerliliğini yitirmiş görünüyor. Anketlerde Muhafazakar Parti’nin önde olmasını da dikkate alarak 31 Ekim 2019 öncesinde seçime gitme planı da muhalefet tarafından engellenen Başbakan Johnson’ın, yukarıdaki seçenekler veya bunların dışında başka bir formülle, Birleşik Krallık için artık bölgesel bir örgütten çıkmanın ötesinde bir anlam kazanan Brexit sürecini nihayetlendirerek biyografisini yazdığı Churchill gibi bir ulusal kahraman haline mi geleceğini, yoksa May ile aynı kaderi mi paylaşacağını ise önümüzdeki günler gösterecek.

[Lisansüstü derecelerini Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden alan Doç. Dr. Ali Emrah Bozbayındır Max-Planck Mukayeseli Ceza Hukuku Enstitüsü ve Cambridge Üniversitesi'nde misafir öğretim üyesi olarak bulunmuştur]