Hayatımın son 30 yılı yurtdışında geçti ama her tatil döneminde Türkiye’nin farklı bölgelerini keşfetmeye çaba sarfediyorum.

Adana ve Ankara’da gazetecilik yaptığım yıllarda, ülkemin hemen her köşesine gitme imkanı bulsam da, aradan geçen zaman ve değişim bu ziyaretleri haliyle yeniden kaçınılmaz hale getiriyor.

Bu yaz tatilinde kızım Merve de bana eşlik ettiği için zamanı daha verimli kullanmaya çalıştım. Londra doğumlu olan Merve’nin Türkiye’yi daha yakından tanıması için gezilecek yerleri seçerken, onun da görmesi gereken bölgeler önceliğimizi aldı.

Mutfağıyla ünlü Antakya, Gaziantep, Şanlıurfa üçlüsünü kızımın da görmesini istediğim için birlikte birkaç günlük seyahat planı yaptık.

Gaziantep’i bir başka zamana bırakıp, listeye Mardin’i ekleyip rotamızı belirledik.

Birer günlük ziyaretin yetmeyeceğini bilmeme rağmen yazın en sıcak günlerinde üç günümüzü bu üç ilde geçirerek en iyi şekilde değerlendirmeye çalıştık.

Gazetecilik dürtüsü ile her gittiğimiz yerde fotoğraf çektim ise de, izlenimlerimi oturup yazmak kısmet olmadı.

Bunu tembelliğime sayın lütfen...

Ama bazı gözlem ve tesbitlerin yazılmasının kaçınılmazlığı bu yazıyı ortaya çıkardı.

Öncelikle, Antakya’nın farklı toplumlardan oluşan mozaik yapısı, inançların buluşma yeri ile yöreye has ürünlerden kızımın etkilendiğini söylemem lazım...

Mardin ise Merve’yi en çok etkileyen illerden biri oldu. “Buraya tekrar geleceğim” diyerek gözünün arkada kaldığını ve bir günlük geziden tatmin olmadığını da not düşmeliyim...

Seyahatimizin bir buçuk gününü ise Şanlıurfa’da geçirdik bu kentimize biraz ayrıcalık tanıdık...

Kent merkezinde dün ile bugünü aynı anda yaşarken, Halfeti, Harran ve son dönemde dünyada büyük yankı bulan Göbeklitepe ziyaretleri oldukça heyecan vericiydi.

Harran’da halkın doğal yaşamını gözlemlerken, Balıklı Göl ile kent merkezindeki tarihi çarşıda geleneksel sanatlar ve ticaretin; bugünün teknolojisi ile nasıl harmanlanabildiğine tanıklık ettik.

Özellikle tarihi çarşıdan çıkışta, “2019 yılına geri döndük” sözleri Merve’nin bu güzide kentimizi bir başka açıdan yorumlamasını özetleyen en vurucu cümleydi.

Londra’da yapılan birkaç tanıtım etkinliğinden bildiğim ama görmek istediğim yerlerden biri de Göbeklitepe idi.

Mazisi milattan önce 10000 yılına kadar uzanan ve bugün, “Tarihin Sıfır Noktası” gibi iddialı bir slogan ile tanıtılan Göbeklitepe bulguları, “yerleşik tarih anlayışını ve bilgilerini değiştirip, dinler tarihini sorgulatacak” kalıntılar olarak anlatılıyor.

1985 yılında, bölge halkından Mahmut Yıldız’ın amcasının bulduğu bir heykeli Şanlıurfa Müzesi’ne ulaştırmasıyla başlayan bir keşfin sonucu bugünkü Göbeklitepe bulguları...

Şanlıurfa Müzesi başkanlığında Alman Prof. Dr. Klaus Schmidt’in danışmanlığında gerçekleştirilen kazılar ile ortaya çıkan eser, 2011 yılında UNESCO tarafından Dünya Miras Geçici Listesi’ne alınan kalıntıların bilinirliğini her geçen gün artırıyor.

Doğuş Grubu’nun projesi ile harika altyapı ve çevre düzenlemesi, Göbeklitepe’yi bulunduğu coğrafyanın ötesinde Türkiye’nin en önemli görülecekleri arasına şimdiden sokmuş durumda.

Özellikle ziyaret öncesi sunulan video gösterisinin genç-yaşlı her ziyaretçiyi derinden etkilediğinin altını çizelim.

Video gösteri sonrası özel servislerle tepeye ulaştırılan ziyaretçilere, girişteki kafeteryada yetkililerin gösterdiği ilgi ve buraya bekçilik yapan Mahmut Yıldız amcanın tebessümünü de not etmeden geçmeyelim.

Kalıntıların bulunduğu tepenin, farklı mevsimlerde zayareti kolaşlaştıracak bir örtüyle kapatılmış olması da, buraya atfedilen önemin bir diğer ayrıntısı...

Bütün bu mükemmelliğin, burada görevlendirilen güvenlik görevlisinin tutumu ile bütünleşmediğine de dikkat çekmezsek gözlemlerimiz eksik kalır!

Bendeniz gibi gazetecilik refleksi ile hareket eden veya daha kaliteli fotoğraf çekme hassasiyeti öne çıkan kimi ziyaretçilerin orada bulunan plastik sandalyeyi kullanmak istemesine güvenlik görevlisinin hiç de şık olmayan “olmaz, üzerinde oturuyoruz” diyerek nezaketsiz tavrı ise oluşan bütün pozitif atmosferi silip götürmeye yetiyor.

Kalkıp Londra’dan gelmiş bir (gazeteci olması önemli değil) ziyaretçinin daha iyi görüntü alabilmek için altı üstü plastik bir sandalye talebini kabaca tersleyen bir güvenlik görevlisinin tavrı, Göbeklitepe’nin tanıtım imajını yerle bir etmez mi?

Gezi boyunca beraber olduğumuz Şanlıurfa siyasetinin renkli simalarından Mehmet Büyükfırat’ın bu nezaketsizlik karşısında düştüğü durum ve mahçubiyeti de ayrı tutalım.

Demem o ki, batı ülke insanlarının duyarlılıklarını harekete geçirecek olan “Tarihin Sıfır Noktası” gibi iddialı sloganlarla Göbeklitepe’yi tanıtırken, burada görevlendirilecek her bir personelin tavır ve davranışlarını da yeniden “formatlamak” gerekiyor.

“Nezaket”, “sempati”, “empati” ve “duyarlılık”, bu gibi yerlerde görevlendirileceklerin temel şiarı olmak zorunda.

Kimsenin ekmeği ile oynamak değil amacımız ama buralarda görev almak o kimseye, kıytırık bir plastik sandalye için dünyanın bir başka ucundan gelen insanları tersleme hakkını vermez diye düşünüyorum.

****

Bu küçük olumsuzluğa ilgili kurum yetkililerinin dikkatini çekerken, üç günlük gezme, görme, tanıma gezimizde kızım Merve ve bana gösterdikleri dostlukları için Antakya’da iş adamı dostumuz Hasan Tütüncüoğlu, Şanlıurfa’nın yetiştirdiği güzide akademisyen ve iş insanı Essum Saatçı Aslan, eşi değerli iş adamı Çetin Aslan ve Mehmet Büyükfırat ile Harika Pilancıoğlu'na teşekkürlerimizi bir kez daha iletelim.