GEMİDEKİLER: “Ama gemidekiler de şöyle yaptı ama gemidekiler de böyle yaptı” türü yaklaşımlara daha fazla cevap geliştirmeyeceğim. Sadece şunu söyleyip geçeceğim: Hiçbir “ama”, dokuz sivilin Akdeniz’in göbeğinde hunharca katledildiği gerçeğini değiştiremez.

* * *
SANATÇI YIPRATMAK: Sanatçıları yıpratmamalıymışız. Böyle yazıyorlar. Bunu yazanlara tek bir soru soracağım: Batı medyasında ustaların ustası diye nitelendirilebilecek sanatçılara karşı bile, en zehirli dille ve en incitici alaylarla saldırılar gerçekleşirken neden sizin gibi bir “sivri akıllı” çıkıp da “Sanatçılarımızı yıpratmayalım, verdikleri emeğe saygı gösterelim” demeyi akıl edemiyor? Neden?
* * *
KAHVE MUHABBETİ: Doğrudur, meseleyi “İsrail demek Amerika demektir, Türkiye henüz Amerika’yla savaşacak kadar babayiğit olamadığına göre savaş çıkmaz” diye özetlemek kahve muhabbetinin dikâlâsıdır. Ama “kahve muhabbeti” deyip hemen aşağılamayın lütfen cici baylar ve bayanlar! Çünkü bazen “kahve muhabbeti”, yüzlerce sayfalık uzman raporundan çok daha nefis bir şekilde meseleyi özetleyebilir.
* * *
NAFTALİN KOKUSU: Biri Perihan Mağden’e “Roman yazıyorum, acılar çekiyorum” ya da “Acılar çekiyorum, roman yazıyorum” tarzı yaklaşımların fena halde naftalin koktuğunu anımsatsa iyi olacak.
* * *
DENİZ FENERİ: Deniz Feneri Davası tam anlamıyla bir girdabın içine sürüklendi. Tıpkı Ergenekon Davası gibi... Nasıl ki artık Ergenekon Davası üzerine ettiğimiz lafların, hiçbir karşılığı kalmadıysa Deniz Feneri Davası üzerine ettiğimiz ya da edeceğimiz lafların da hiçbir karşılığı kalmadı. Her iki davanın da tarafları oluştu. Birinde “savcı taraftarı” olanlar, diğerinde “savcı düşmanı” oldu. Birinde “savcı karşıtı” olanlar, diğerinde “savcı sever” oldu. “Ortadan konuşma”nın bir anlamı kalmadı yani.
* * *
ESPADRİL MODASI: Daha geçen ay Twitter’da yazmıştım, “Bizim ilk gençliğimizde bir espadril modası vardı, ne oldu ona?” diye... Cevap gecikmedi. Geçen gün gazetelerimizden birinin iç sayfalarında çeyrek sayfalık bir haber: “Espadril modası yeniden geliyor”.
* * *
KOMİĞİME GİTTİ: Bir ara “nefret ettiğim sözcükler” diye bir liste çıkarmıştım. Mesela “bayan” sözcüğünü yazmıştım. Mesela “farkındalık” sözcüğünü yazmıştım... Bir tabir daha var, son günlerde sıkça işitmeye başladım: “Komiğime gitti”. Lütfen bu lafı, nefret ettiklerim sıralamasında en baştaymış gibi değerlendirin.

Yozgat müdafaası

Geçenlerde “sosyal medya” denilen uçsuz bucaksız alanda kısa bir “Yozgat” araştırması yaptım. Hay yapmaz olaydım.
Meğer bizim Yozgat, sosyal medya mecralarının bir numaralı “şamar oğlanı” olmuş.
Gelen vuruyor Yozgat’a, giden vuruyor.
“Yobazlığın başkenti” ilan etmişler Yozgat’ı... “Ramazanda oruç yiyenlerin dövüldüğü şehir”e çıkmış adı. Yozgat’ta içki içmek olanaksızmış. Sevgililer el ele dolaşamazmış. Sosyal yaşam sıfırmış. Hoşgörüsüzlük ayyuktaymış.
Kısacası... Bir “kâbus şehir portresi” çizmişler klavyeleriyle adına da Yozgat demişler.
İzmir’e güzelleme yapmayanın dövüldüğü, Adanalıyım demenin bir kıvanç vesilesi sayıldığı, Diyarbakır’a Paris muamelesinin çekildiği bir ortamda...
“Küçük bir Yozgat müdafaası” yapmayı, hem hak hem de vazife bildim.
Küçük notlar halinde aktarıyorum:
 
-  Garibanlığın başkentidir Yozgat...
-  Daha cumhuriyet kurulmadan önce meydana gelen bir isyanın öcü mü alınmaktadır, yoksa jeopolitik konumunun yetersizliğinden midir bilinmez, büyük bir ihmalin de başkentidir Yozgat.
-  Büyük şehirlere göçenler, arkalarında bıraktıkları şehirleri unutmazlar. Büyük şehirlere göçenlerinin en fazla unuttuğu şehirdir Yozgat.
-  Her şehir bir şeyleriyle meşhurdur, Yozgat da şehitleriyle...
-  Anadolu’da her şehrin başına gelen felaket Yozgat’ın da başına gelmiştir: Şehirli, şehri, kırsaldakilere bırakmıştır. 1940’larda kayak şampiyonları çıkaran, 1950’lerde balolar düzenlenen, 1960’larda TİP’e milletvekili veren eski Yozgat yok oluşmuştur. Ama söyleyin bakalım: Eskisini muhafaza eden kaç şehir var ki Anadolu’da, bir tek Yozgat’a vuruluyor.
-  Yeni haliyle bile hiç de asık suratlı bir şehir değildir Yozgat: Hayatımda görmediğim kadar “kafa adamı” Yozgat’ta gördüm ben.
-  Önyargılarımızdan arınalım: Şehrin tepelerinden birinde kurulu Çamlık’ta piknik yapıp “Çamlığın başında tüter bir tütün” türküsüne asılan herhangi birinin Yozgat’a “yobazlığın başkenti” muamelesi çekmesi imkânsızdır.
-  Abbas Sayar Yozgatlıdır. “Ah kimselerin vakti yok/Durup ince şeyleri anlamaya” diyen şair Gülten Akın Yozgatlıdır.
-  Siz bakmayın Diyarbakırlı Bahtiyar’ın sürgün edildiği şehir olmasına... Lisesinde Eşber Abi’nin bile dirsek çürütmüşlüğü vardır.
-  Dur yolcu! Otobüsle kenarından geçerken korku dolu gözlerle bakıp “çok yoz bir yer” deyip de geçme! Lise Caddesi’nde bir tur at... Çarşı Hamamı’na bir uğra... Sadece öğleleri çıkan tandırından bir tat... Mahalle aralarında elektrobağlama ile yapılan düğünlere katıl... Âşıklar Kahvesi’nde bir muhabbete iştirak et... Şivesini çözmeye çalış... Ondan sonra Yozgat hakkında konuş.

Birkaç kısırdöngü

-  Bülent Arınç’ın kısırdöngüsü: Kabul edilemez açıklama/Gözyaşı dökme/Vicdanlı çıkış/Kabul edilemez açıklama/Gözyaşı dökme/Vicdanlı yaklaşım.
-  Acun’un kısırdöngüsü: Yarışma/Reyting/Para/ Yarışma/Reyting/Para.
-  CHP’nin kısırdöngüsü: Seçim/Az oy/Seçim/Az oy.
-  Yeni Türk dış politikasının kısırdöngüsü: İsrail’e fırça/Yumuşama/İsrail’e fırça/Yumuşama...
-  Bülent Ersoy’un kısırdöngüsü: Çıtır sevgili/Paragöz kayınvalide/İhanet/Çıtır sevgili/ Paragöz kayınvalide/İhanet...
-  Show TV’nin kısırdöngüsü: Doktorlar dizisi/Doktorlar dizisi/Doktorlar dizisi/Doktorlar dizisi.
-  İmralı’nın kısırdöngüsü: Üst düzey görüşme/Gemi bozuk/Üst düzey görüşme/Gemi bozuk.
-  Fazıl Say’ın kısırdöngüsü: Dünya sanatçısı/Kontrolsüz öfke/Dünya sanatçısı/Kontrolsüz öfke...

Eylül: Konser ayı

Ben “kafama göre olanlar”dan dördünü not aldım:
-  Kardeş Türküler konseri 14 Eylül’deymiş. Hem de ana yurdunda: Açıkhava’da. Hem de Aynur Doğan da “konuk sanatçı” olarak çıkıyormuş sahneye...
-  Son iki konserini kaçırmıştım: Zülfü Livaneli çıkıyormuş 15 Eylül’de sahneye...
-  Bülent Ortaçgil Kuruçeşme Arena’da olacakmış... 10 Eylül’de... Hem de senfonik...
-  Enrico Macias Açıkhava’da olacakmış. 13 Eylül’de...

Havyarlı haberler

POLİSİN servis ettiği haberler, ne kadar doğru olursa olsun, ne kadar çarpıcı olursa olsun, ne kadar iş bitirici olursa olsun midemde hep bir ekşime duygusu yaratır.
Eskiden...
Bir hücre evine baskın yapılırdı, çatışmada ölü olarak ele geçirilen kişiler olurdu.
Ertesi gün bütün gazeteler aynı haberle çıkardı:
“Hücre evinde buzdolabından havyar, kitaplıktan porno kasetleri çıktı.”
Hiç hoşlanmazdım bu tür haberlerden.
Bilinçli bir hoşlanmama durumu değildi benimki.
Sezgisel olarak haberin “kirli” olduğunu düşünürdüm.
* * *
Bengi Yıldız isimli BDP’li milletvekilinin Bodrum kaçamağını haber yapan gazete, bu sefer de Güneydoğu’da sivil cuma namazı kıldıran imamın bir kadınla Bodrum’da yaptığı kaçamağın fotoğraflarını yayımlamış.
Olay çarpıcı...
Fotoğraflar daha da çarpıcı...
Ben Bengi Yıldız’ın Bodrum fotoğraflarının, o gazetenin cevval foto muhabirleri tarafından çekildiğini sanıyordum.
O nedenle “bal gibi de haberdir” demiş ve gazeteyi kutlamıştım.
Ancak...
İmam haberiyle ortaya konan “Varan iki” haberi, bende bir “polis servisi” kuşkusu uyandırdı.
Elimde bir kanıt yok ama bizdeki polis-medya işbirliğine dair geleneğin yabancısı olmamak gibi sağlam bir kanıta sahibim.
Bu nedenle bu habere ve haberde altı çizilen gerçeğe karşı bende bir kayıtsızlık hissi uyandı.
Tıpkı “havyar” ve          “porno kaset” haberlerine olduğu gibi...