Merhaba,

Yöresel Türküler ’de, türkülerin değerli hikayelerinde bugünkü durağımız Erzurum.

Çoğu türkümüzün ardında hüzünlü hikayeler saklı,

" Bir gizli sevdanın öyküsünün türküsüdür Eledim Eledim.

Bu türkü Erzurum yöresine aittir. Türkünün hikayesi hakkında pek fazla bilgi yoktur. Fakat türkünün sözlerine bakılırsa iki hikayesi anlatılmaktadır.

BİRİNCİ HİKAYE

Anne; bin bir güçlükle büyütüp, beslediği bir tanesini askere gönderir. Fakat oğlu askerde şehit olur. Bu acıya, bu sonsuz ayrılığa annenin yüreği dayanamaz ve başlar ağıt yakmaya… İşte bu türkü; annenin  içten gelen duygularının mısralara dökülmesi ile dilden dile söylenir.

İKİNCİ HİKAYE

Genç evli bir çiftin çocukları olmaz. Onlar da çocuk özlemini tatmak için yetim, kimsesiz bir çocuğu evlat edinirler. Çocuğa kendi öz evlatları gibi sahip çıkarlar. Yetimliğini, kimsesizliğini hissettirmezler. Türküde geçtiği gibi aynalı beşik alırlar. O zamlar aynalı beşik çok kıymetliymiş. Herkeste kolay kolay bulunmazmış. Çocuğu aynalı beşikte belemişler. Çeşitli ninnilerle uyutmuşlar… Sağlıklı olsun diye sürekli höllüğe yatırmışlar, höllük ile sarmış, sarmalamış kundaklamışlar. Aradan günler aylar geçmiş. Derken; kadının kocası genç yaşta ölmüş ve kadın dul kalmış. Kadın evlatlığı ile yapayalnız kalmış. Bu arada çocukta artık büyümekte ve büyüdükçe de bir güzel olmuş ki görülmeye değer…

Rivayete göre kadınla çocuk arasında fazla bir yaş farkı yokmuş. Kadın bir taraftan evladı gibi sevse de bir taraftan da delikanlıya içten içe aşık olmaya başlamış. Bu aşkını ne evlatlığına belli etmiş, nede komşulara anlatabilmiş…  İçini yakan aşk ateşiyle yanıp yanıp kavrulmuş. Tıpkı Züleyha’ nın Hz. Yusuf’ a tutulduğu gibi… Komşular kadının bu halinden şüphelenmeye ve onu kınamaya başlamışlar. Fakat aşk ferman dinlemez ki. Kadının durumunu ancak kara sevdaya yakalananlar bilir… aşkın, sevdanın ıstırabını çekenler bilir… Kadın; onu kınayanlara  türkünün içinde geçen dizelerle cevap vermiş.

Bir güzel simâdır aklımı alan,

Aşkın sevdasını

canan sineme saran.

Bizi kınamasın ehl-i din olan.

Gün gelir delikanlı askere gider. Büyük bir ihtimalle Kore Savaşına katılır. Fakat savaşta şehit oldu haberi memlekete ulaşır. Haberi alan kadın adeta beyninden vurulmuşa döner. Nasıl dönmesin ki; aynalı beşikte büyüttüğü, höllüklerle sarıp sarmaladığı, dahası kalbine aşkın ateşini sardığı delikanlısı artık yok… Kadın bu acısını türküye dökmüş. Bakın neler söylemiş…

Eledim Eledim Türküsü

Eledim eledim, höllük eledim

Aynalı beşikte canan bebek beledim

Aynalı beşikte canan bebek beledim

Büyüttüm besledim, asker eyledim

Gitti de gelmedi canan, buna ne çare?

Yandı ciğerim canan, buna ne çare?

Gitti de gelmedi canan, buna ne çare?

Yandı ciğerim canan, buna ne çare?

Bir güzel simadır aklımı alan

Aşkın ateşini canan serime saran

Aşkın ateşini canan serime saran

Bizi kınamasın ehli dil olan

Gitti de gelmedi canan, buna ne çare?

Yandı ciğerim canan, buna ne çare?

Gitti de gelmedi canan, buna ne çare?

Yandı ciğerim canan, buna ne çare?

Kore Savaşı'nda yaşanan acılar türkülere de konu oldu. "Eledim eledim" türküsünün Kore Savaşı'yla ilgili bilinmeyen yönünü anlatan sanatçı Musa Eroğlu bir röportajında türkünün nasıl törpülendiğini anlatmıştı:

"Derlemelerde herhangi bir erkten korkulmamalıdır. Utanç duyulmamalıdır. Toplumun, sosyolojik-psikolojik yapısını anlattığı için, tarafsız bakılmalı türkülere. Hiçbir görüş, bakış açısı, türküleri etkilememeli. 1950'lerde yakılmış bir türkü var. Kore'ye ilk asker gönderdiğimiz zamanlarda, anaların çocuklarının kore'ye gitmemesi için söyledikleri bir türkü var. Analar sokağa çıkıp “NATO'ya Hayır!” dememişler belki, ama türkü yakmışlar. Biz ise ondan korkmuşuz, törpülemişiz, türküyü; "Kore dağlarında ot kucak kucak - bilse doğurmayacak bak - rahmet yerine kurşun yağacak - gitti de gelmedi buna ne çare". Beyler rahatsız olmasın diye, sen o türküden bu kısımları çıkar, "bir güzel simadır aklımı alan/ aşkın ateşiyle dağlara selam..." diye devam et. Türküyü tahrip et. Bu, katlidir türkünün. Evet, öldürülmesidir türkünün.

HÖLLÜK

Çocuğun

uyku zamanı gelince, höllük uzun saplı ve saçtan yapılmış bir tavaya (höllük

tavası) konur. İyice kızdırılır. İndirilip bir bebeğin dayanabileceği hale

getirilir. Kundak bezi yere serilir. Onun üzerine kalınca bir bez (höllük bezi)

yayılır. Höllük bu ikinci bezin üzerine aktarılıp elle düzlenir. Bebek ayakları,

kalçası ve beli höllüğün üzerine gelecek şekilde yatırılır. Ayaklarının arasına

katlanmış bir bez daha konur. Onun görevi bebek kundak içindeyken ayaklarını

oynattıkça topuklarının birbirine sürtünüp yara yapmasını önlemektir. Sırasıyla

höllük, kundak ve kol bezleri sarılıp bağlanır.