Düşeni pazar eylerler

Baş emperyalist ABD ile yitirdiği emperyalist gücü yeniden kazanma gayretindeki Rusya, pestilini çıkardıkları Ukrayna’yı ana menü yaptıkları Alaska Masası’ndan memnun ayrıldı.

Masanın gerekçesi, Rusya-Ukrayna Savaşı’nı sonlandırmak olsa da, savaşın ezilmiş tarafı olan Ukrayna, kurulan kurtlar sofrasında ‘taraf’ değil, ‘yemek’ olarak yer aldı.

Nasıl bir dünyadır bu?

Savaşın hem tarafı hem de mağduru olan ülke, ‘barış masasına’ oturamıyor. Ukrayna yerine, bu savaşı onun başına saran ülkelerin en önde gideni masaya kurulmuş. Sanki Ukrayna bir ‘çocuk’, onun haklarını korumak bahanesiyle masaya oturan da onun ‘lalası’‘Lala’ kelimesini anlamayanlar, ‘naip’ de diyebilir.

PAZAR EYLERLER

Şimdi Batı’nın Ukrayna’nın başına tayin ettiği kukla yönetici Volodimir Zelensky, Vaşington’a gidip, Alaska Masası’nda olan bitenler hakkında, lalasından bir şeyler öğrenmeye çalışacak; muhtemel itirazlarını sıralayacak.

İnşallah bundan önceki Oval Ofis kepazeliğini bir kez daha yaşamaz.

(Bu arada, Zelensky ve hatta Saakaşvili denildiğinde, nedense aklıma hep Ekrem İmamoğlu geliyor. Hayrolsun inşallah…)

Yazık ki, Zelensky ve Ukrayna için, içine itildikleri çukurdan onurlu bir çıkış umudu bulunmuyor. Ukrayna, öyle veya böyle toprak kaybedecek; Trump ile Putin arasındaki paylaşım pazarlığına meze olacak.

İşin özeti şudur:

Uluslararası ilişkiler bir ‘kurtlar sofrası’dır. Düşeni Pazar eylerler. Her bir parçası, tutanın elinde kalır. Bu sofraya; ya davetli, ya da menü olarak gelinir. Kimisi yerin altındakilere, kimisi de üstündekilere çöker.

Bunların dışındaki ‘masa ahalisi’ hizmet gören ‘uşaklar’dır.

Ukrayna meselesinde, masaya ‘efendi’ olarak oturanlar ABD ve Rusya

Hizmet gören uşakları; Almanya ve Fransa’dan başlayarak, bütün Avrupa ve dahi çevredeki bazı ıvır zıvır ülkeler diye sayabilirsiniz.

Bu masa, İkinci Dünya Savaşı sonrası Kırım’ın Yalta şehrinde kurulan paylaşım masasına benziyor. Adına ‘Yalta Konferansı’ deseler de; ABD, Sovyetler Birliği (Rusya) ve İngiltere kurulmuştu o kurtlar sofrasına. Menüde ise, bütün dünya vardı.

Şimdiki masanın menüsünde sadece Ukrayna bulunuyor sanıyorsak, biraz saf olduğumuz söylenebilir. Başka nereler var, denirse…

ETİ SERT GELENLER

Baltık’tan başlayıp Güneye doğru, Hint Okyanusu’na kadar inin. Fas’tan başlayıp, Pasifik Okyanusu’na kadar uzanın…

Bunlara bir de Grönland’dan Şili’ye kadar uzanan, ABD dışındaki Amerika Kıtası ülkelerini ekleyin…

Üzerinden geçtiğiniz coğrafyalarda; kimi pişmiş ve yenmeye hazır, kimisi henüz daha tam pişmemiş, kimisi de pişmek için hazırlanan çok sayıda ‘menü ülke’ görürsünüz.

Diyebilirsiniz ki, “Dünyanın başka neresi kaldı?”

Haklısınız… Avustralya ve Yeni Zelanda dâhil, Kanada dışındaki İngiliz Milletler Topluluğu ülkeleri ile Rusya ve ABD toprakları haricinde kalan her yer, kurtlar sofrasının kapsama alanına giriyor.

Ha, bir de Türkiye ve gönül coğrafyasındaki ülkeler ile Afganistan, Pakistan ve Hindistan gibi, yutulması kolay olmayan lokmalar var.

Ki, dişlerinin kudretini bilen emperyalistler, o gibi ülkeleri doğrudan pişirmeye kalkışmaz. Bunun yerine, bilhassa içerisindeki hainler damarı kullanarak, öncelikle ‘terbiye’ etmeye bakar.

BİZ NE İHANETLER GÖRDÜK

Etrafınıza bir bakınızTürk Devleti’ni ‘terbiye’ etmeye çalışan ne kadar çok hain olduğunu görürsünüz.

Tanzimat döneminden bu yana, neredeyse 200 senedir uğraşıyorlar; bizi terbiye edip, pişirilebilir hale getirmek için.

Lakin en az 5 bin senelik devlet deneyimi olan bir milletin eti de bayağı sert ve kavi oluyor. Ne kadar uğraşsalar da, bir türlü ‘mayalama işlemini’ neticeye ulaştıramıyorlar. En son denemelerini de 15 Temmuz 2016’da gerçekleştirdiler… İçimizdeki ‘en mayalı’ hainleri kullanarak…

Fakat Türk Milleti, tarihte de örneklerini sergilediği (mesela Çin’de yaptığı Kürşat İsyanı ve Ergenekon Destanı) gibi, gerektiğinde devletini sokaktan toplayarak, hainleri tepelemesini bildi.

Lafın kısası; Türk Milleti, zıkkımlanma masasındaki sapısiliklere meze olmayacak kadar güçlü, akıllı ve dirayetli bir millettir.

Halen anlamayanlar, Anadolu’ya yerleşmemizin üzerinden henüz 25 yıl geçmemişken, 1096’da başlatılan Haçlı Seferleri’ni nasıl bertaraf ettiğimize…

Ve nihayet 1919’ta işgal ettikleri Anadolu’dan, 3 sene sonra nasıl kuyruklarını kısıp gitmek zorunda bıraktığımıza bir kez daha baksınlar.