Robert L. Stevenson, birçok Victoria dönemi yazarının paylaştığı bir endişeyi dile getiriyor: insan psikolojisi derinlemesine araştırılıp anlaşıldığında inanç kaynağının yok olacağı. Yazarın bu kaygısı pek çok kişisel deneyiminde ve yazılarında da belirgin bir şekilde karşımıza çıkıyor. Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ın tuhaf davasını konu alan bu kısa romanda Stevenson, insan doğası ve karakteriyle ilgili inanç ve bilimi birbiriyle uzlaştırmanın ne denli başarısız bir girişim olduğunu ortaya koymuş.

Hikaye, geçmişteki romantik doğa ve ahlak kavramlarına değinerek ve tersine çevirerek Bay Hyde'ı merak uyandırıcı, ancak belirsiz keşiflerin getirebileceği öngörülemeyen ve istenmeyen dehşetlerin bir paradigması olarak sunuyor okura. Öyle ki Stevenson insandaki yoğun kötülüğü örneklemek adına da Mr. Hyde karakterini kurgulamış.

Kurguda gözüme takılan bazı incelikler ise yazar Stevenson ile hikayeyi birbirine bağlayan detaylardı. Örneğin, hikaye Londra'da yaşanıyormuş gibi sunulmuş olsa da, aslında Stevenson'un doğduğu yer olan Edinburgh'da gerçekleşiyor gibi hissedilmesi, Jekyll karakterinin ününü ahlaki zayıflıkla karıştırma endişesi, Edinburgh’un katı Puritan topluluklarında üst orta sınıflar için duyulan tedirginliğin hissedilmesi…

Bu arada yazarın Londra’sı soğuk ve karanlık bir yerdir ve orda ilahi gizemler yoktur. Karakteri Jekyll’a da dedirttiği gibi “ıstıraplar ve terörler ancak bu kadar rahatsız edicidir” : )

Agnostik duyarlılığı bir yana, Stevenson'ın Romantiklere olan bağlılığı, hikayenin özü “sofistike bir psikolojik korku” olmasına rağmen yazarın romantik satırlarından da anlaşılabiliyor.

Tıpkı Frankenstein gibi, Dr. Jekyll ve Bay Hyde'ın garip davası da anlatı ve kurgu bakımından karakteristik bir komplikasyona sahip olan “Gotik kurgu” türüne giriyor. Bir nevi anlam kontrolünün belirsiz başarısının getirdiği gizem de denebilir. Nihayetinde, karanlık ve kafa karıştırıcı dünya tasvirleyen Stevenson gerici duyguları, gizemli hoş gerçeklere tercih ederek, somut korkuları açığa vurmakta ve Victoria dönemine eşlik eden esrarengiz doğal güçten sert bilime olan ilginin değişimini yansıtmaktadır. Bununla birlikte fanteziyi “akla yatkın” hale getirmek için “gerçek” kişilerin zihninden geçirerek, dönemin duyarlılıklarına da hitap etmiştir.

Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ın hikayesinde yazar, psikolojinin insan karakterinin kökenini tartışmasız olarak tanımlayabilmesi durumunda ortaya çıkması kesin sonuçların farkında olduğunu ifade ediyor. Ayrıca kötülüğün tüm insanlarda içsel olduğu ya da en azından insanların deneyimlerinin sonucu olabileceğini vurgulayarak ilahi adalete de değiniyor. Dini alet eden ikiyüzlüler kadar kusurlu fakat iyi insanları da hikayesine dahil eden yazara göre; bilim, insanlığı tam anlamıyla tatmin etmeyebilir, Tanrı’nın varlığından şüphe duymaya devam edilirse işte o zaman Romantikler bazı gizemleri çözümsüz bırakmakta haklı olabilirler ve asıl o zaman dünya onlar olmadan çekilmez bir hal alır.