Dış politika ve sivil diplomasi sohbeti

Uzun sayılabilecek bir aradan sonra, bir kış günü, sakin bir mekanda, kadim dostlarımdan biri ile tekrar bir kahve sohbetinde buluştuk. Kahve bahane elbette. Amaç, yıllardır sivil toplum tecrübesine ve bir o kadar da devlet tecrübesine sahip olan ve dahi güçlü bir kalemi olan dostumla, dış politika eksenli bir sohbet yapmaktı. Uzun bir sohbetin içeriğini özet halinde siz değerli okuyucularımla da paylaşmak istedim.

Kahve siparişlerimizi verdik. Derin bir Türk Devlet Geleneği şuuru edasıyla, “dış politikada, epistemik hegemonyaya meydan okumamız, kadim Türk içtihadının güncelleşmesi ve kurumlaşması lazım” diyerek sohbete başladı değerli dostum. Hemen sonra, ufuktaki dünya düzeninin hangi dinamikler ve kriterler üzerine kurulacağına dair öngörülerini ve Türkiye merkezli bir bilgi üretilmesini yani adalet merkezli bir dünya düzeninin ancak insanlığa fayda vereceğini ilave etti sözlerine…

Günümüzde, ülkelerin yönetimlerinde etkili olan şirketler ve dahi dünya düzenine şekil vermeye iştahlı küresel sermayenin, insanı yetiştiren pedagojik enstrümanlara hakim olduğunu ve insanlığın küresel bir terbiye metoduna mahkum edildiği konusu, sohbetin ilerleyen kısmında ele alındı. Tek tip insan modeli arzulandığının altı çizildi. Bunun için özel eğitim modelleri ve müfrezeler geliştirildiği de belirtildi. Artık milenyum nesilleriyle muhatap olduğumuz ifade edildi.

İkinci tur kahvelerin geldiğinde, sıra insanlık tarihinde görüldüğü üzere, kalem erbabının asla yok sayılmayacak can alıcı rolüne geldi. Milletlerin ve devletlerin ontolojik köklerine gönderme yapılarak, 100’üncü kuruluş yılını kutladığımız Cumhuriyetimizin varoluş köklerinin, en az 5000 yıla dayandığı üzerinde geniş bir şekilde duruldu. Milletimizin şahlanışında yer yer zayıflama emaresi görülse de, kök yazılımın (ortak epistemoloji) eninde sonunda harekete geçeceğine dair inancın sağlam olduğunun altı çizildi.

Sohbetin bir bölümünde ise, değerli bir sosyoloğumuzun şu tespiti dile geldi: “Türkler dünyanın neresine giderlerse gitsinler, yaratılışın esprisi doğrultusunda kendilerine yeni bir dünya oluşturma çabası içindeler. Hegel ve sonrasında Marks’ın ortaya attığı, kendine yabancılaşma teorisinin tam tersi, insan ruhu sürekli ilahi aşk’ın özlemiyle yaşıyor”.

Dış politika ve dış politika aktörlerine sıra gelinde, ister istemez konu, sivil toplum aktörlerinin rolü ve önemine geldi. Değerli dostuma göre, sivil diplomasisi modern devletlerde birincil öneme sahip. Yani kültür, sanat, spor veya diğer alanlarındaki etkinlikler diplomatik kazanımlara dönüşmekte. Bunun için, sivil toplum aktörlerini dış politika faaliyetlerine dahil eden devletlerin uluslararası arenada daha güçlü olacağı kesin.

Sohbetin tam ortasında, Avrupa Türk Diasporasına sıra geldi. Meselenin her ne kadar sosyologlar, antropologlar ve sosyal bilimciler için bereketli bir araştırma alanı olduğu üzerinde uzun uzun durulsa da, yapılan şu tespit oldukça önemli: “öncelikle Avrupa Türk Diasporası olmak üzere, dünyanın dört bir yanında yaşayan yeni diasporamız, dış politika bağlamında müthiş bir potansiyeldir. Buna soydaş ve akraba toplulukları da eklersek, başka hiçbir ülkenin sahip olmadığı bir imkân alanı ortaya çıkar. Yetkin diplomatlar bunun ne anlama geldiğini gayet iyi bilirler…”.

Kahveler gelmeye devam ederken, konu kendiliğinden, “Dış Politikada Türkiye Doktrini” meselesine geldi. Değerli dostum, söz konusu doktrinin, “Milli Vizyon, İnsani Vizyon, Bütüncül Yöntem, Gerçekçi Tutum ve Cesur Hareket” kavramlarından oluştuğunu söyledi.

Değerli dostumla, iki saati aşan kahve sohbetimiz, “Türkiye Yüzyılı”, “Türk Dış Politikası”, “Dış Politika Vizyonu ve Hedefleri” başlıkları ve aktüel olan “Armageddon” inancı yani, “Tanrıyı kıyâmete zorlamak”, “Filistin meselesi ve İsrail sorunu” gibi konulara da kısaca değinerek sona erdi.


Her biri, bir kitabın hacmini çoktan zorlayan konuların başlıklarını zikrettiğimiz sohbetimizin özü, ‘epistemik özgürlük olmadan sistematik bağımsızlık mümkün değildir’ ifadesinde gizlidir. Yani, ‘gelenekten kopmadan geleceği şekillendirecek değişimleri yapmaktır’ mesele…

Veyis Güngör
17 Ocak 2024