ABD Kongresi\'nin Uluslararası Dinî Özgürlükler Komisyonu 2012 yılı raporunda, dinî özgürlükleri \"sistematik ve gözle görülür\" şekilde ihlal ettiği gerekçesiyle Türkiye\'yi \"en çok kaygı duyulan\" 16 ülke arasında saydı.

Oysa Komisyon\'un 2008 tarihli raporunda Türkiye \"gözden geçirilen\", 2009\'da da \"izlenen\" ülkeler kategorisindeydi. Oysa ABD Dışişleri Bakanlığı\'nın geçen yıl yayımlanan dinî özgürlükler raporunda Türkiye \"dinî hoşgörü ortamını geliştirme yönünde attığı adımlardan dolayı\" övülmüştü.

Dışişleri Bakanlığı rapora sert tepki gösterdi: \"Son dönemde ileriye doğru atılan adımları ve yapılan reformlara temel teşkil eden siyasî iradeyi kasıtlı olarak göz ardı eden bu rapor... bizim için yok hükmündedir.\" dedi. Bu arada Komisyon\'un 9 üyesinden 5\'inin aleyhte oy kullandığı, fakat bunlardan birisi görüş değiştirince Türkiye\'nin \"en çok kaygı uyandıran\" ülkeler kategorisinden çıkarılması gerektiği halde, raporun ilk haliyle yayımlandığı da ortaya çıktı.

Türkiye\'nin \"en çok kaygı duyulan\" 16 ülke arasında yeri var mıdır, doğrusu bu konuda karar verecek mukayeseli bilgiye sahip değilim. Son birkaç yılda gayrimüslimlere tanınan haklarda bazı ilerlemeler olduğu da doğrudur. Ancak Türkiye\'de dinsel özgürlükler üzerinde demokratik düzenle asla bağdaşmayan kısıtlamaların devam ettiğini herkes gibi ben de biliyorum. İsterseniz bu kısıtlamaların sadece başlıcalarını tekrar hatırlatayım.

Kemalizm\'in dini ve özellikle İslam\'ı \"irtica\" sayan otoriter laiklik anlayışı uyarınca Türkiye\'de din-devlet ayrılığı yok, din üzerinde devlet tekeli ve denetimi var. Hangi inançtan olursa olsunlar bütün yurttaşlar Sünni-Hanefi resmî İslam\'ı temsil eden Diyanet İşleri Başkanlığı\'nı ödedikleri vergilerle finanse etmek zorunda. DİB\'in idare dışına çıkarılmasını savunmak siyasî partiler için kapatılma nedeni. DİB bütün camileri denetliyor; cuma hutbelerini merkezden gönderiyor. Diğer inanç grupları devletten bir kuruş yardım almıyor. Aleviler ibadethanelerini, yani cemevlerini ancak son yirmi yıldır açabiliyor; ancak ruhsat alabilmeleri hâlâ belediyelerin keyfî iznine bağlı. Aleviler gibi Apostolik, Katolik ve Protestan Ermeni, Rum Ortodoks, Süryani, Katolik ve Protestan kiliselerinin, Yahudilerin, Bahai, Yezidi, Şii, Caferi ve sair dinî grupların da yasal güvenceleri yok; hepsi devletin ve siyasetin keyfî uygulamalarına tabi.

Sünnilerin büyük çoğunluğu Sufi İslam\'a inandıkları, tarikatlara ve onlardan zamanla evrilen cemaatlere ve yeni dinsel akımlara mensup oldukları halde, tarikatlar 1925\'ten beri kanunen yasak; inananları üzerinde tehdit ve baskılar sürüyor. Başörtüsü yalnız parlamento dahil bütün kamu binalarında değil, bütün okullarda yasak; üniversitelerde ancak bir iki yıldır fiilen serbest. \"Tevhid-i Tedrisat\" Kanunu uyarınca, (din adamları dahil) din eğitimi devletin tekelinde. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi\'ne aykırı olarak ailelere çocuklarının diledikleri nitelikte din eğitimi almalarını sağlama hakkı tanınmıyor. 1960\'tan beri gerçekleşen veya girişilen askeri darbelerin hemen hepsinin gerekçesi \"bölücülük\" (yani Kürt kimliğinin ifadesi) ve \"irtica\" (yani İslam kimliğinin ifadesi) ile mücadele oldu. Şiddet ve ırkçılıkla hiçbir ilgisi olmayan, ama İslamî duyarlılıkları olan partiler kapatıldı; bu bağlamda halkın yarısının oyunu alan iktidar partisi AKP dahi kapatılma tehdidi altında bırakıldı.

Dinî özgürlükler kısıtlı olduğu gibi, baskı ve tehditlerden dolayı yurttaşlar hâlâ dinî kimliklerini açıklamaya çekiniyor. Aleviler son yirmi yıla gelinceye kadar inançlarını gizlediler. Aslen Ermeni olduklarını keşfedenler ancak yeni yeni vaftiz olup kiliseye intisap etme cesaretini gösteriyor. Bırakın Alevi ve gayrimüslimleri hangi dinî cemaate mensup olduklarını gizleme gereğini duyan Sünniler var. Din özgürlüğünün güven altında olmadığını bir yana bırakıp, dinî cemaatlere \"şeffaf olun!\" diye tutturan laikçilere sadece gülüyorum.

(ZAMAN)