Çocukluğunun en güzel yıllarını  dedesi ve ninesiyle  birlikte köylerde geçiren şanslı insanlardan biriyim.

Onların tecrübelerinden ve nasihatlerinden elde ettiğimiz bilgiler bugün bile altın değerinde…

Çok fazla arabanın hatta araba yolunun olmadığı 70’li yıllardan bahsediyorum.

Almadibi Köyünden Güvende Yaylasına, yaklaşık 40 km. yolu  hayvanlarla birlikte yaya olarak yürüdüğümüz o günler…

O yolculuklarda rahmetli dedemin davranışları gözümün önünden hiç gitmiyor…

Bir elinde, “kerinti” denilen küçük balta ile yolu kapatan ağaç dallarını buduyor; diğer eliyle de  bir hayvan yularını tutuyor...

Aynı anda, yaptığı her davranışın gerekçesini bizi yanına çağırıp usanmadan bir bir anlatıyor:

  • Bakın bu dallar budanmazsa yol kapanır… Yoldan geçecek diğer insanlar ve hayvanlar mağdur olur, zarar görür…

  • Yolun ortasına düşmüş bir taşı kaldırmazsanız, geriden gelenlere çok büyük zarar verebilir…

  • Zayıf ya da yolun acemisi olan hayvanları böyle  yularla yürütmek lazım… Bu hayvanları insanların önüne geçiremeyiz… Yolda düşüp, hem kendilerine hem de bize zarar verebilirler. Bu yüzden o hayvanların ipi her zaman elimizde olmalı!...

Basit gibi görünen bu bilgiler aslında öyle çok işe yarıyor ki!...

Mesela ben dedem gibi düşünüp; sadece yolda yürürken değil, üstlendiğim bütün işleri yerine getirirken, etrafta gördüğüm her tehlikeye karşı kendimi  sorumlu hissediyorum.

Müdahale edebileceksem ediyorum. Önleyebileceksem önlüyorum… Ya da kim bu tehdidi ortadan kaldırabilecekse hemen onu bilgilendiriyorum… Valiyse valiyi, başkansa başkanı…  CİMER’e bu niyetle yaptığım onlarca bildirim var…

Başka türlü vicdanım rahat etmiyor…

Peygamberimiz de (SAV) aynı şeyi öğütlemiyor mu?

  • Bir kötülük gördüğünüzde, önce elinizle düzeltmeye çalışın. Gücünüz yetmiyorsa dilinizle… Buna da gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğz edin. İmanın en zayıf noktası da budur.”

Fakat ne acıdır ki, böyle davranmamdan ötürü dini hassasiyeti olanlardan bile zaman zaman tenkit alıyorum…

Yani şunu demeye getiriyorlar:

  • Diğerlerini söyle ama, bizim yaptıklarımızı görmezden gel… Çünkü niyetimizi bilmiyorsun…”

Dedemin iyi insan ile kötü insanı birbirinden ayırt etmekte kullandığı “taş” tekniğine gelelim:

  • “Bir insanın karakterini öğrenmek istiyorsan, yoluna taş koy… Taşı görüp üstünden atlıyorsa fena!... Ama kaldırıp kenara koyuyorsa ona güven!...”

Öğrendiğim günden beri  kullandığım bu teknikle hiç yanılmadım…

Bu adam bana dost mu, yoksa düşman mı” şeklindeki sorularımın cevabını hep böyle buldum…

Özel sektörde de çalıştım, kamuda da… Çok önemli koltuklar olmasa da,  “yönetici” vasfıyla oturduğum makamlarda, yine dedemin yaptığı gibi zayıf insanlara hiç yetki vermedim… Güçsüz kişilere sorumluluk yüklemedim… Tabiri caizse onları korumak amacıyla dedemin yaptığı gibi iplerini daima elimde tuttum…

Böylece ne onlar zarar gördü… Ne de onların yüzünden kurumlar…

Dedem her araziye çıkışında,  bahsettiğim “kerinti” aletini mutlaka yanına alırdı… Onsuz yola vurmazdı…

Çocuk aklımızla kendisiyle alay etmeye çalışır; mahsustan, “dede kerintini aldın mı?” diye kikirdeşirdik!..

Sonradan anladım ki, o kerinti dedemin sigortasıydı aslında…

Elinde kerinti taşıdığını gören hiç kimse, aklında varsa da ona bir kötülük yapmaya cesaret edemezdi… İzinsiz yanına yaklaşamazdı…

Ben, o kerintiden de şu dersi çıkardım:

  • Seni dokunulmaz kılacak bir tarafın mutlaka olmalı!...

Bu anlamda da eğitim ve çalışma hayatımda bana sigorta olacak enstrümanlar edinmeye çalıştım…

Diğer insanların bilmediği, ya da çok az kişinin bildiği bilgilerle kendimi donatıp, her daim güçlü görünmek istedim…

Başkalarının ihtiyaç duyacağı ve  benden vazgeçemeyeceği bir yanım olsun diye çabaladım…

İnsanoğlu bir saat gibi, nasıl kurulursa öyle çalışıyor…

Yıllar önce dedemizin ve ninemizin asırlık yaşam  tecrübelerine dayanarak kurduğu saatimiz çok şükür tıkır tıkır işliyor!...

Şikayetçi değiliz…

Sadece bu konuda nasipsiz kalanlara üzülüyoruz…

Zira, bazılarının dediği gibi, hayat herkese adil davranmıyor!...