Çıplak protesto



Konumuz Türkiye idi ama bu konuları tartışmamıza yol açan FEMEN grubunun Sultanahmet Meydanı’nda yaptıkları gösteriydi. Bu tür taksicilere rastlarım bazen. Sayaçlarının ibrelerinde rakam değil muhabbet akar. Tuhaf, insanı etkileyen bir aşinalıkları vardır yaşama. Öyle bir halde konuşup duruyorduk.

Gündemimiz belliydi: 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde, kadınlara yönelik şiddeti protesto eden Ukraynalı kadınların çıplak bedenleriyle yaptıkları gösterileri. Ardından kadınların sınırdışı edilmelerini. Dahası, farklı ortamlar aracılığıyla bu kadınların eylemlerinde asıl neyi protesto ettiklerini değil de milletçe çıplaklıklarını konuşuyor olmamızı. Bununla yetinmeyip işi daha da dallandırıp budaklandıranları. Bu uğurda yapılan çatık kaşlı siyasi açıklamaları, medyanın bazı kanallarının olaya acayip bir biçimde yaklaşmasını, vb.

“Sen sevdin mi onların bu halini gerçekten abla?” diye sordu.

“Valla sevdim” dedim.

İşi daha da ileri götürüp, ben bu FEMEN gösterisine bayıldım demek üzereydim! Şiddeti protesto etmeleri bir yana, bunu Sultanahmet Meydanı gibi bir yerde bu biçimde dile getirişlerine. Şu herkesi yan yan dikizleme huyuna sahip, bu hakkı erkeklikleriyle tescilleyen ve böylesi bir tescilleme işini pek meşru sayan Sultanahmet erkekliğini mindere yapıştırmalarına. Oyunun kuralını, sistemin diliyle yerle bir etmeye girişmelerine. Twitterda soyunarak kendisine baktıran ve maçoluğu bir kez daha üretenlerden değil, soyunarak çarkın içine bir güzel ot tıkayanlardan olmalarına. İkisi arasındaki “bedeni” çok net bir biçimde ayrıştırmamız gerektiğini bizlere hatırlatmalarına.

“Çıplak çıplaktır!” dedi bizim taksici. Bir yandan da aynadan bana bakıyordu ne diyeceğim diye.

Dayanamayıp “Bu kadınların çıplaklığı farklıydı” dedim. Ardından heyecanlı heyecanlı, hızlı hızlı konuşmaya başladım. “Kadına uygulanan şiddeti protesto ediyorlardı, bunu unutmamak gerekiyor. Asıl bu önemli. Öyle olmasa sistem onlara daha farklı bir yanıt verirdi. Sınırdışı ediliş biçimleri, haklarında siyasilerin verdiği demeçler yerine başka şeylerden konuşuyor olurduk. Bu ülkede kadına uygulanan şiddetin dozu arttı ve bunun protesto edilmesi gerekiyor.”

“Aa, bak o konuda haklısın” dedi.

Levent’in trafiğine takıldığımız sırada “AKP’li olduğumu senden saklayacak değilim oğluma başbakanımızın adını koydum” diyen taksiciye, arabaların içindeki dalgın sürücülere bakarak “Sence Türkiye demokrasi sınavını tam manasıyla verebiliyor mu AKP ile?” diye sordum.

Malum sayaç ilerliyordu.

“Abla bak seninle açık konuşayım” dedi. “Bugün seçim olsa yine alır AKP. Ama demokrasi sınavı dediğinde orada durmak gerekir. Yanlışlar yapıyorlar” dedi. “Bu milletin gözünden kaçmıyor bunlar. Kaçırdıklarını sanıyorlar ama herkes neyin ne olduğunu biliyor aslında.Bunun için gazeteci, yazar, çizer olmaya gerek yok. Her şey ortada” diye de devam etti.

(4+4+4 sisteminin son derece “demokratik bir ortamda” görüşülmesine ve jet hızıyla kabul edilmesine1-2 gün daha vardı!)

Her şey bütün çıplaklığıyla ortadaydı, evet! Evet de bakmasını bilmek, bakmakla görmek arasındaki ayrımı seçmek gerekiyordu galiba.



1500 Metre Finali’nde bronz madalya olan Aslı Çakır Alptekin’i içtenlikle kutluyorum. Onun bu başarısı bana başka bir konuda, Türkiye’de yaşayan kadınların yaşam koşullarını ve bu zorlu etaptaki engelleri anımsattı. Elbette Süreyya Ayhan’ı da!

vatan