‘Beyoğlu pasajlarından her biri, geçit olma işlevlerinin ötesinde, bir alışveriş ya da eğlence merkezi olma özelliği taşırlar. Şark pasajı girişindeki Lebon Pastanesi, kitapçılar, Perukçu, kuaför ve kürkçüler ile anımsanıyor’ diyor Tarih Vakfı İstanbul Ansiklopedisi, Lebon Pastanesi maddesinde…

İstanbul Ansiklopedisi’ne kaç pastanenin adı girer? O halde salt pastane ve faaliyetine son veren bir esnaf olarak bakmamak gerekir.

Edebiyat Kuşağı Mavi’nin mekanı da şehrin hafızasından siliniyor.…Lebon da gidiyor işte böylece.

Geçim derdindeki Türkiye’nin derdi olmayacak bu ülkenin ilk pastanesinin kapanması. Duyup geçtiğimiz ve bir daha hatırlamayacağımız.

Tükiye de tatlı yapımında iyidir ama pastane alışkanlığını bize Fransızlar vermiş olmalı. O güzel, çeşitli renkte kurabiyeler, ağız sulandırıcı acıbadem kurabiyeleri, shortbread, biscotti, zecefil keki gingerbread ve diğer şeyler…

Osmanlı’da 1800’lü yıllarda batılılaşmayla beraber sadece teknik ilerleler, askeri düzen veya giyim kuşam alışkanlığı değişmedi, yeme içme kültürü de bundan etkilendi ve yani pastane kültürü de hayatımıza girdi.

Bir de yine Avrupa ülkelerinde olduğu gibi belli başlı kahvehanelerde veya benzer yerlerde dönemin ileri gelenleri, yazarları, cemiyet hayatının mühim yüzleri buluştu…

Beyoğlunun Lebon Pastanesi de işte bu süreçte 1880’li yıllarda açıldı. Elbette Fransız Büyükelçiliği’nin pastacısı eşi ile…Zamanla çok ünlendi. Hatta o dönemde ‘Kralların treni’ veya ‘Trenleri kralı’ denilen ünlü ve pek çok zengin Avrupalı tarafından tercih edilen diğerleri için ise merak konusu olan Orient Express yolcuları Lebon’da birşeyler yiyip içmeden asla geri dönmezlermiş. Bazıları yanlarına alıp götürürlermiş bile.

Bizler…tabi sokağa dökülecek değiliz ama yine de köklü kurumların kaybıyla üzülüyoruz değil mi? Çünkü ülkenin ilk pastanesi Lebon aynı zamanda iç mekanının orijinalliği ile de çok çarpıcıdır. J.A.Arnoux imzalı L’Automne (sonbahar), Le Printemps (ilkbahar) duvar sermikleri…Art Nouveau uslübünde…yorgunluk atarken seyre dalmak bir köşede…

Herhangi bir şehirde dünyaca ünlü şahsiyetlerin düzenli gittiği yerlerin önünden geçmek ve o şahısları hatırlamak isteriz değil mi gezgin hatta o ülke sakini olarak…? Aynı onun gibi. Bizler için de Lebon o değil mi? Yahya Kemal Beyatlı, Namık Kemal, Peirre Loti, Avram Kamondo, Ahmet Haşim, Tevfik Fikret, Oktay Rıfat, Celal Bayar ve daha birçok önemli hahıs…Daha sonra şiirleriyle Atilla İlhan…sözleriyle Aysel Gürel…

Salah Birsel’in ‘Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu’ eserinde şehrileri kahvehaneler ve pastanelerden yola çıkarak tanımlar ve işte Lebon oradadır.

O halde kapanana kadar, 31 Aralık 2021 Cuma gününe kadar gidip birşey içmeli demek isterdim ama çoktan kapısını kilit vuruldu bile.

Tarihi mekanlar, tadlar, lezzetler…

Beyoğlu’nun tarihi ile özdeşleşmiş böylesine yerel bir değer…bu pastanenin gitmesi…

Harika çilekli pastası da şahaneydi diye hatırlıyorum.

Almanlardan Ruslara ve Fransızlara kadar…Orda herşey güzelmiş! İşte ününün Fransızca sloganı da budur: Chez Lebon, tout est bon…

Acaba boşaltılınca duvarlarındaki dört mevsim tablolarını nereye koyacaklar Ümit Yaşar Oğuzcan’ın ‘Ayten’in Sonu’ şiirinin mekanını….Edip Cansever’in ‘Ben Ruhi Bey Nasılım’ şiirinin mekanını…

Tezgahta bir Leh Yahudisi votka içiyordu, yüzündeki ince damarlar fırçayla

çizilmiş gibiydi, bir silinip bir canlanıyorlardı.

Soğuk et getirdiler bana, omlet, bira filan getirdiler

Üstüne kremalı ahududu getirdiler, likörle kahve getirdiler

Çıkarken bolca bahşiş bıraktım.