‘Kadınlar Günü’ işte! Kıymet vermek istediğimiz ama çeşitli sebeplerle ihmal ettiğimiz bazı şeyler için bir gün atamak, o gün öncesi ve sonrasında ihmalkar davranıp ilgili günde yüceltmek doğru kabul edilmese bile yapıp dururuz bunu. Dünya Kadınlar Günü’nün onuruna…seçme ve seçilme hakkı nasıl geldi?

Avrupalı kadınlar seçme seçilme haklarına kavuşmak, erkeklerle beraber mühendislik eğitimi almak, baroya üye olmak gibi haklar için fikri ve fiziki savaş verdikleri yıllarda Türk kadını cepheye mühimmat taşıyordu. Bu kıymetli vazife elbette ki çok kutsaldır. Ancak, biz Türk kadınları haklarımız için savaşmadık, hapis yatmadık, yerlerde sürüklenmedik. Hepsini Cumhuriyet Devrimleri’ne ve Atatürk’e borçluyuz.

‘Şuna inanmak lazımdır ki, dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir’ dedi Atatürk…ve Cumhuriyet ile kadınlara seçme ve seçilme hakları yanında diğer bazı haklar batılı kadınlarla eşit zamanlı veya öncesinde verilmeye başlandı. Bu, her ne kadar gururla taşınan bir hal olsa da kıymet bilme ve ona sıkı sıkıya tutunma hususunda kanaatimce epeyce hareketsiz sayılırız. Sezen Aksu der ya ‘…ele geçmez istediğin uğruna savaş vermediysen…acısını, çilesini çekmediysen…’

Cumhuriyetin kadınlara kazandırdığı bu hak sebebiyle sanırım kadınlara oy kullanma hakkının verilmesi amacıyla yapılan gösterilerde ‘İngiliz kadını Türk kadınından daha mı değersizdir?’ diye soran pankartlar açılır.

Bu durumda, İngiliz toplumuna karışmış Türkiyeli kadınlara Millicent Fawcett hanımefendiyi tanıtmak/hatırlatmak uygun olur kanaatindeyim. Kendisinin yaşı küçük olduğu ve imza kampanyasını imzalamaya hakkı olmadığı halde kampanya için belgeler düzenleyerek kadınlara oy kullanma hakkının yasalaşması için 19 yaşından itibaren çalıştı. Hayatının 62 yılını bu uğurda harcayan kadındır!

Kadınlara cemiyet içinde zor ve nadiren konuşma hakkı verildiği bir zamanda 22 yaşında ilk konuşmasını yaptı. Toplumun her tabakasından kadınları harekete geçirmek gerektiğini savundu. Bu hak uğruna hapse düşen kadınlar için para topladı. 1917 yılında Birinci Dünya Savaşı hala devam ederken Başbakan Lloyd George ile görüştü, varlıklı 30 yaş üstü kadınlar için seçme hakkını elde etti ancak bu kendisine yetmedi ve kampanyasına devam etti. Nihayet…1928 yılında kadınlara erkeklerle beraber eşit olarak oy kullanma hakkı verildi.

Yaptığı işin zorluğunu anlamak için o dönemin İngiltere’sinde kadınların meslek edinme ve yüksek öğrenim haklarının olmadığını, sahip oldukları şeylerin ve kendilerinin eşlerine veya babalarına ait olduğunu hatırlamak gerekir.

Kendisi, Cambridge Üniversitesi bünyesinde Newnham Koleji’nin kurucusu olarak kadınların eğitim almasını sağladı. Çalışan kadınlar, çocuk işçiler, çocuk tacizi konularında da savaşım verdi. Kadınların boşanma davalarında erkekler ile eşit haklara sahip olması için çabaladı.

Ve der ki “Kadınlara oy kullanma hakkını savunan biri olmadım, ben hep öyleydim” Neden hep öyle olduğu biraz da aile ortamı ile alakalı sanırım. Zira sosyal ve toplumsal gelişmelere yakından aşına ve duyarlı bir aile mensubu, Britanya’nın ilk kadın doktorunun kardeşi, Cambridge Üniversitesi Siyaset Bilimi profesörünün eşi ve kadınlar için uygun olmayan bilimsel konulardan kabul edilen matematik sınavında en yüksek skoru elde eden bir kadının annesi…Ayrıca kadınlara seçme ve seçilme hakkının bir an önce verilemesini isteyen ve savunan ünlü İngiliz feylozof liberal John Stuart Mill’in de öğrencisidir.

38 yaşında kocası ölünce varlıklı bir dul olarak yaşamayı tercih etmedi, mülklerini sattı ve kendini kadınlara söz konusu hakların verilmesi kampanyasına adadı, bu uğurda şiddeti reddetti, protestolardaki aşırılıkları eleştirdi, kadınların polis tarafından yerlerde sürüklenmesi ve aşağılanmasına da şahitlik etti.

Londra sokaklarında dolaşırken onun 45 yıl yaşadığı evi de görebilirsiniz. Zira vefalı ‘British Heritage’ onu da unutmadı ve evinin girişinde adını ölümsüzleştirdi. Adına kurulan yardım derneği ise günümüzde hala kadın hakları için çalışmaya devam ediyor.

Kendisine ‘dame’ asalet ünvanı verildi, heykeli ise Londra’nın en işlek ve erkek egemen meydanı olan Parlamento Meydanı’na Winston Churchill, Abraham Lincoln, Lloyd George, Mahatma Gandhi gibi şahıslar ile yan yana konulalı sadece 3 sene oldu. Tartışma kopararak oldu. Kadın bir mimar elinden çıkan bir eser oldu.

Elinde tutuğu bayrağın üzerinde ise ‘Cesaret seni çağırıyor’ yazar.

Ne cesur bir yürek ve cesaret! Siz hala BAYAN mı diyorsunuz?