Genel Başkan Özgür Özel’in, ‘cellâdına âşık olma’ söylemiyle DEM Partisi’ni ve temsil ettiği Kürt seçmenleri tahkir etmesiyle başlayan tartışma üzerinden CHP okumalarına devam edelim.
Bugün, CHP ile sol aydınlar arasındaki ‘cellât-âşık’ ilişkisi üzerinde duralım.
Önce malûm olanı bir kez daha hatırlatalım: Aşağıda hikâyesini kısaca anlatacağımız ünlüler, deyim yerindeyse ‘su katılmamış solcu aydınlar’dır.
‘Aydın’lığı su götürür illegal eylemciler ise CHP’nin ‘bayrak’ yaptığı tiplerdir.
Kurulduğundan beri siyasetin her renginde at koşturan CHP, her ne kadar kendisini ‘sol/sosyalist bir parti’ olarak tanımlasa ve dahi Sosyalist Enternasyonal üyesi olsa da, gazabından sadece sağcı aydınlar değil; aynı zamanda solcu aydınlar ve eylemciler de nasiplenmiştir.
Buyurun size CHP solculuğu ve solcu aydınlarla yaşadığı cellât-âşık münasebetleri…
‘SİZİ GİDİ KOMÜNİSTLER’
Mustafa Suphi (1882-1921): Mustafa Suphi, Komünist faaliyetlerden dolayı soruşturmaya uğrayınca, 1914’te Rusya’ya kaçtı. Bolşevik Devrimi’ne katıldı. Eylül 1920’de Bakü’de Türkiye Komünist Partisi kuruldu; Mustafa Suphi de Merkez Komitesi Başkanı oldu.
Moskova ile Ankara Hükümeti’nin mutabakatıyla, TKP’nin Türkiye faaliyetlerini yürütmek amacıyla, Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı Ocak 1921’de Türkiye’ye geldi.
Ankara Hükümeti, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının, Türkiye’de siyasî kargaşa çıkaracaklarından kuşkulandı. Anılan kişiler, 28 Ocak 1921 akşamı Sovyetlere geri gönderilmek üzere Trabzon’dan gemiye bindirildi. Ancak 15 Komünist, o gemide Kayıkçılar Kâhyası Yahya marifetiyle öldürüldü ve gemi batırıldı.
Bizim okumuş solcular, Mustafa Suphi’yi uzaktan tanır. Fakat onların, dönemin şeflerinin inisiyatifiyle infaz edildiğini akıllarına getirmez…
Nazım Hikmet (1902-1963): Türk solunun ‘Türkçenin en büyük şairi’ olarak nitelendirdiği Nazım Hikmet Ran, Ağustos 1921’de Türkiye’den kaçarak Moskova’ya gitti. Orada Marksizm-Leninizm eğitimi aldı.
Komünist faaliyetlerde bulunmak üzere, Aralık 1924’te Türkiye’ye döndü. 1925’te çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu’yla muhalif yayın organları kapatılıp, geniş kapsamlı tutuklamalar yapıldı. Aramalara rağmen bulunamayan Nazım Hikmet, İstiklal Mahkemesi’nde gıyaben yargılanarak, Türkiye Komünist Partisi üyesi olmaktan 15 yıl kürek cezasına çarptırıldı.
1926’da TKP Lideri Şefik Hüsnü ile birlikte Moskova’ya kaçtı. Değiştirilen Ceza Kanunu ile cezası 1 yıla düşürülünce, 1928’de Türkiye’ye döndü; kısa bir hapislikten sonra serbest kaldı.
ZULÜM VE MERHAMET
Ankara-Moskova ilişkilerinin ılıman olduğu dönemde, TKP’nin ‘Kemalist rejime sert muhalefet yapmayın’ talimatına aykırı davranınca, Nazım Hikmet 1932’de TKP’den atıldı. Eserlerinin Türkiye’deki basım ve yayımı, 1936’dan 1968’e kadar yasaklı oldu.
Ordu içinde Komünizm propagandası yapmak suçlamasıyla, 29 Mart 1938’de 15 yıl ağır hapis ve ömür boyu kamu hizmetlerinden men cezasına çarptırıldı. Ayrıca Ağustos 1938’de ‘askeri isyana teşvik’ suçundan 20 yıl ağır hapis cezası aldı.
14 Mayıs 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’nin af kanunu çıkarmasıyla 15 Temmuz 1950’de Nazım’ın hapis hayatı sona erdi.
Serbest kalıp da askerlik için çağrılınca, 17 Haziran 1951’de sürat teknesiyle Karadeniz üzerinden Romanya’ya ve sonra Moskova’ya kaçtı. Çağrıya rağmen ülkeye dönmeyince, 25 Temmuz 1951’de Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Nazım Hikmet, 3 Haziran 1963’deki ölümüne kadar da Türkiye’ye dönmedi.
2004 yılında AK Parti Hükümeti, Nazım Hikmet’in ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’ isimli kitabını Millî Eğitim’in ‘100 Temel Eser’ listesine alarak, okullara tavsiye etti.
AK Parti Hükümeti, 2009 yılında çıkardığı Bakanlar Kurulu Kararı’yla, Nazım Hikmet’in Türk vatandaşlığını iade etti.
BU ŞİİRDEKİ ÖFKE KİME?
CHP ve yandaşları, Nazım Hikmet’in Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının katlini anlattığı ‘28 Kânunisaniyi unutma!’ şiirinde anılan ‘Burjuva Kemal’in kim olduğunu bilmek istemez.
Hadi, yeri gelmişken o meşhur şiirden bazı satırları alıntılayalım:
“1921 / kanunisani 28 / karadeniz / burjuvazi / biz / on beş kasap çengelinde sallanan / on beş kesik baş / yoldaş / bunların sen / isimlerini aklında tutma / fakat / 28 kanunisaniyi unutma! / (…) trabzondan bir motor açılıyor / sa-hil-de-ka-la-ba-lık! / motoru taşlıyorlar / son perdeye başlıyorlar! / burjuva kemal’in omuzuna binmiş / kemal kumandanın kordonuna / kumandan kahyanın cebine / inmiş / kahya adamlarının donuna / uluyorlar / hav… hav… hak… tü / yoldaş unutma bunu”
Sabahattin Ali (1907-1948): Türk solunun önemli isimlerinden Sabahattin Ali; Kuyucaklı Yusuf, İçimizdeki Şeytan ve Kürk Mantolu Madonna gibi romanlarıyla tanındı.
Aydın’da öğretmenlik yaptığı sırada Komünizm propagandası iddiasıyla 1926’da tutuklandı. Hapisten çıkınca Konya’ya öğretmen olarak atandı. Atatürk ve İnönü’yü yerdiği iddiasıyla 1932’de tekrar tutuklandı. Sinop Cezaevi’ne gönderilen Sabahattin Ali, Cumhuriyetin 10. Yılı dolayısıyla çıkarılan afla serbest kaldı.
Sonraki yıllarda takibat ve soruşturmalardan bunalan Sabahattin Ali, rehber olarak kiraladığı Ali Ertekin’le birlikte Bulgaristan’a kaçmak üzere 31 Mart 1948’de Kırklareli’den yaya olarak yola çıktı. Ancak Bulgaristan sınırına vardıklarında, aslında istihbaratçı olan Ali Ertekin tarafından 2 Nisan 1948'de başına sopayla defalarca vurularak öldürüldü. Cesedi, 16 Haziran 1948’de bir çoban tarafından bulundu, ancak adli tıpa götürülürken bir şekilde kayboldu.
ALIN SİZE MATBUAT ÖZGÜRLÜĞÜ
Zekeriya (1890-1980) ve Sabiha (1895-1968) Sertel: Samimi Komünist olan Sertel çiftinin 1924’te çıkarmaya başladığı Resimli Ay Dergisi, Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın, hükümetin hoşuna gitmeyen bir makalesi yüzünden 1928’de kapandı.
Sertel’lerin 1936’da kurduğu Tan Gazetesi ise Millî Şef İnönü’nün gazabıyla kışkırtılmış militanlarca, 4 Aralık 1945’te basılarak tahrip edildi.
Yetmedi, baskın sonrasında Sertel’ler tutuklanıp hapsedildi. Sonuçta yurt dışına kaçmak zorunda kaldılar. Her şeye rağmen Sertel’ler, benzerlerine göre daha şanslıydı. Zekeriya Sertel 1980’de Paris’te, eşi Sabiha Sertel 1968’de Bakü’de ölünceye kadar yaşama fırsatı buldu.
Cevat Şakir de, sol jargonda ‘Halikarnas Balıkçısı’ güzellemeleriyle göklere çıkartıldı. Fakat o ve diğerlerinin ‘kimin gazabına uğradığı’ sorusu bizim tatlı su solcularının aklına hiç gelmedi.
Aziz Nesin (1915-1995): 1937’de Harp Okulu’ndan teğmen olarak mezun oldu. 1944'te üsteğmen rütbesindeyken ‘görev ve yetkisini kötüye kullandığı’ suçlamasıyla askerlikten uzaklaştırıldı. Fakat asıl ordudan atılma gerekçesi; takma adlarla yazdığı şiir ve makalelerde Millî Şef İnönü yönetimini eleştirirken kimliğinin deşifre olmasıydı.
Sabahattin Ali ile birlikte Marko Paşa dergisini çıkaran Aziz Nesin’in başı, eleştirileri yüzünden İnönü yönetimiyle sürekli belaya girdi. İnönü’nün ABD ile yaptığı anlaşmaları eleştirdiği, “Nereye Gidiyoruz?” başlıklı yazısı nedeniyle, 1947'de 10 ay ağır hapis cezasına çarptırıldı.
AYDINA TAHAMMÜLSÜZLÜK
1948'de çıkardığı ikinci kitabı Azizname’den dolayı 4 ay tutuklu kaldı, fakat mahkûmiyet almadı.
Bir yazısında kendilerini aşağıladığı iddiasıyla; İngiltere Prensesi Elizabeth, İran Şahı Rıza Pehlevi ve Mısır Kralı Faruk’un Ankara’daki elçilikleri aracılığıyla 1949’da yaptığı başvuruyla aleyhine dava açılınca, 6 ay hapse mahkûm edildi.
CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek’in sahibi olduğu Tanin gazetesinde yazarken, 18 Mayıs 1961’de Komünizm propagandası yapmaktan tutuklandı. Dönem, CHP’nin destekleyip kutsadığı 27 Mayıs cuntası dönemiydi.
İlginç bir ayrıntı: Aziz Nesin tutuklanınca CHP’li Kasım Gülek, gazetesinde; “Dün nezarete alınan muharrir Aziz Nesin’in bir hafta önce gazetemizle ilişkisi kesilmiştir…” diye bir açıklama yayınladı.
Kemal Tahir(1910-1973): Türk romancılığının önemli isimlerinden, meşhur ‘Devlet Ana’ romanının yazarı Kemal Tahir, ülkemiz sol aydınlarının bayrak isimlerinden birisidir.
CHP iktidarı döneminde, 1938’de Nazım Hikmet’le birlikte ‘askeri isyana teşvik’ suçlamasıyla yargılanarak, 15 yıl hapse mahkûm oldu. Çankırı, Çorum, Kırşehir, Malatya ve Nevşehir cezaevlerinde yattı. 1950’de Demokrat Parti’li Başbakan Adnan Menderes’in çıkardığı afla özgürlüğüne kavuştu.
Attila İlhan: (1925-2005): Lise öğrencisiyken, mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirlerinin yakalanması sonucu, Şubat 1941’de Komünizm propagandası suçlamasıyla 2 ay hapis yattı, okuldan uzaklaştırıldı ve Türkiye’nin hiçbir okulunda okuyamama cezası aldı. Okuma hakkını ancak, 2 yıllık mücadele sonucu Danıştay kararıyla elde edebildi.
Bir ironi olarak, lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz gönderdiği bir şiiriyle Attila İlhan, 1946’da CHP Şiir Yarışması ikincilik ödülünü kazandı.
1949 yılında kardeşi Cengiz İlhan ile birlikte Nazım Hikmet'i kurtarma hareketine katılmak üzere Paris'e gitti.
Türkiye Sosyalist Partisi’nin yayın organı Gerçek gazetesindeki bir yazısından dolayı 1951’de bir kez daha soruşturma geçirdi. Uzun yıllar CHP’nin medya uzantısı Cumhuriyet gazetesinde yazmasına rağmen, CHP ile arası hiçbir zaman ısınmadı.
BAŞTACI (!) TERÖRİSTLER
Mahir Çayan (1946-1972): Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi'nin (THKP-C) kurucusu ve lideri olan Mahir Çayan, ‘devrim’ için silahlı mücadele ve halk savaşını benimsemişti. 1971'de İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’un kaçırılıp öldürülmesi gibi eylemlere katıldı. 30 Mart 1972’de Tokat'ın Niksar ilçesi Kızıldere köyünde askerle girdiği çatışmada dokuz arkadaşı ve kaçırdıkları 3 NATO görevlisiyle birlikte öldürüldü.
Deniz Gezmiş (1947-1972): Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) kurucusu Deniz Gezmiş, birçok silahlı eylemlerde ve üniversite işgallerinde bulundu. 1971'de İş Bankası Emek/Ankara Şubesi soygunu sonrası yakalandı. Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte askerî mahkemede yargılanarak, 6 Mayıs 1972'de idam edildi.
Haklarında CHP ve müzahir okumuşların türlü güzellemeler düzdüğü; Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın, çatışmayla veya idamla öldürüldüğü dönemin Başbakanı Nihat Erim’di.
CHP milletvekiliyken, 12 Mart 1971 darbecilerinin ‘CHP’den istifa’ koşuluyla hükümeti kurmakla görevlendirdiği Nihat Erim, 19 Temmuz 1980’de Dev-Sol terör tarafından İstanbul-Kartal’da düzenlenen intikam suikastıyla katledildi.
CHP HEP BAŞROLDE
Kısa hayat hikâyelerini ve eylemlerini özetlediğimiz sol aydınlar ve terör eylemcilerinin, hatta bunların daha da fazlasının ‘gadre uğramaları’ veya öldürülmeleri, ne hikmetse hep CHP iktidarlarına veya CHP’den devşirilmişlerin yahut CHP’nin kışkırttığı cuntaların dönemine denk düşüyor.
İronik olansa, aynı sol aydınlar ve terör eylemcileri ile CHP arasında varolan ‘seviyesiz ilişki’dir.
‘Stockholm Sendromu’ denkleminden baktığımızda; kimin ‘cellât’ kimin ‘âşık’ olduğu anlaşılamıyor. Anılan şahıslar veya takipçilerinin ‘CHP aşkı’ dikkate alındığında, CHP, konunun ‘cellât’ tarafında görünüyor. Fakat CHP’nin, anılan şahıslara karşı hiç eksilmeyen muhabbeti hesaba katıldığında, cellât ile âşığın yer değiştirdiği izlenimi doğuyor.
Biz en iyisi bu Stockholm Sendromunda kimin âşık, kimin maşuk, kimin cellât, kimin kurban olduğunu okuyucularımızın ferasetine bırakalım.