CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, DEM Partisi’ne çizik atmak niyetiyle dillendirdiği ‘celladına âşık olmak’ mevzusu, hem kendisini hem de partisini zora soktu.
Özel, ‘cellat-âşık’ veya ‘Stockholm Sendromu’ kavramlarını hiç ağzına almamalıydı. Zira bu mevzuda CHP’nin geçmişi ağır bagajlarla dolu.
CHP’nin ‘cellat-âşık’ muhabbeti konulu mazisi, en azından birkaç yazıyı gerekli kılmaktadır. Bugün; CHP ile Kürt etnik kimliği arasındaki cellat-âşık meselesi üzerinde duralım. Sonraki yazılarımız ise; CHP-Aleviler ve CHP-Sol entelektüeller üzerine olsun.
Silahlı eylemler yaptığı dönemde PKK’ya bir hayli sempati duyan CHP yönetimi, silahları yakan bir PKK’dan hiç hazzetmiyor.
O yüzden olsa gerek, Özgür Özel, DEM’cilere karşı içindekini dışa vuran o cümleyi kurdu:
“Herkesi Stockholm sendromuna kapılmamaya, dün elinden zor kurtulduğumuz celladımıza âşık olmamaya davet ediyorum.”
Bu ağır ithamın karşılığı gecikmedi.
DEM’İN ‘MECBURİYETTEN’ CEVABI
DEM Eşbaşkanı Tuncer Bakırhan, Özel’e; “Cellât defterini açacaksak, geçmişi konuşacaksak hepiniz borçlu çıkarsınız. Ana muhalefet partisi, süreç karşıtlarının çekim merkezi olmaya adaysa büyük bir yanlış yapar.” deyiverdi.
Diğer Eşbaşkan Tülay Hatimoğulları da, topa; “Cellâdına âşık olmak ya da Stockholm Sendromu metaforunun bizler için kullanılması en hafif tabiriyle bir akıl tutulmasıdır. Kürt seçmenini, kendi seçmeni gözüyle görmeye çalışanlar yanılır.” diyerek girdi.
Son 2 seçimden dolayı CHP’nin, PKK/HDP/DEM’e hayli borçlu olduğunu bir an için unutan Özgür Özel, baltayı taşa vurdu. Gafını idrak edince; “Bunu DEM Parti siyasetçilerinin üstlerine alınmasına ben üzüldüm.” sözleriyle çark ediverdi. Yerseniz tabi…
CHP ile Kürt sosyolojisi ve siyasî temsilcileri arasında gözardı edilemeyecek öçlükte bir ‘cellat-aşk’ veya ‘Stockholm Sendromu’ vaziyetleri var.
Lakin bu ‘düzeysiz ilişkide’ kimin ‘cellat’, kimin ‘mağdur’; kimin ‘âşık’ ve kimin ‘maşuk’ olduğu, duruma ve zamana göre değişebiliyor.
Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanan ‘Stockholm Sendromu’ vakalarını anlayabilmek için, birkaç önemli olayı hatırlamakta yarar var.
Şeyh Sait İsyanı:
Özünde; Cumhuriyet’in ilanı ve ardından gelen devrimlere karşı Güneydoğu Anadolu’da Şubat-Nisan 1925 arasında vuku bulan Kürt ayaklanmasıydı.
CHP iktidarının Mart 1924’teki bazı kararlarıyla, Kürt örgütleri ve yayınları yasaklandı. Çarşı pazarda Kürtçe konuşmak cezaî yaptırıma bağlandı.
Bunlar, isyanın bahanesi olacak sebeplerdi. Ayaklanmanın arkasında, İngiliz fitnesi bulunuyordu. Türk Devleti o sıralar, Misak-i Millî sınırları içinde yer almasına rağmen Lozan’da elde edilemeyen Musul-Kerkük’ü askerî bir operasyonla kurtarmaya hazırlanıyordu.
Türk Ordusu’nun Musul-Kerkük Harekâtını engellemek isteyen İngilizler Şeyh Sait İsyanı’nı tetikleyince, TSK isyanı bastırmaya odaklandı. Olan Musul-Kerkük’e oldu.
İnkılâp Tarihi’miz, Şeyh Sait İsyanı’nı bir ‘İrticai Ayaklanma’ diye nitelendirmeyi sevse de aslında olan, İngiliz kışkırtmalı bir ‘ayrılıkçı Kürt isyanı’ idi.
Şeyh Sait İsyanı, geniş çaplı bir askerî operasyonla bastırıldı. Şeyh Sait’le birlikte, çok sayıda isyancı idam edildi. Kürt aşiretleri zayıflatıldı, siyasî temsilleri daraltıldı. Fırsattan istifade, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılarak, çok sayıda siyasî muhalif idam edildi.
Dersim İsyanı:
İsmet İnönü’nün Başbakan olduğu CHP’nin tek parti yönetimi; Seyit Rıza’nın başını çektiği, 1937-1938’deki Dersim İsyanı vesilesiyle, hem Kürtlerle hem de Alevî Türkmenlerle bir kez daha yüzleşti.
Ayaklanmanın gerekçesi, yine Hükümet icraatları ve bölgedeki Kürt ve Alevî Türkmen aşiretlerin bunlara karşı çıkmasıydı. Bir bakıma, ‘bölgeye hâkim olma’ kavgasıydı.
İsyan, çok sert bir şekilde bastırıldı. İsyancıların toplandığı yerler, Sabiha Gökçen’in kullandığı uçakla bombalandı. İsyan boyunca, kimi iddialara göre 2 bin 500, kimilerine göre 13 bin 160 isyancı öldürüldü. 104 asker de olaylar sırasında şehit oldu.
Seyit Rıza ve oğlu Hüseyin ile isyanın elebaşılarından 6 kişi, 15 Kasım 1937’de Elazığ’da yargılanarak, aynı gün idam edildi. İsyanın artçı unsurlarına karşı yürütülen operasyonlar, 1938 yılı boyunca sürdü.
İsyan bastırıldıktan sonra, binlerce Kürt ve Alevî Türkmen, isyan bölgesinden alınarak, yurdun başka bölgelerine dağınık şekilde yerleştirildi.
BU NASIL SEVMEK!..
Peki, soralım: Yaşanan bu acı olaylar silsilesine rağmen… Kürtçe yasağı ve bazı temel haklardaki kısıtlamaların merhum Turgut Özal ve bugünkü AK Parti hükümetlerince kaldırılıp, özgürlük alanının genişletilmesine rağmen… CHP’nin Kürt ve Alevî Türkmenlerle olan muhabbeti tükendi mi? Ya da Kürt ve Alevîlerin CHP’ye olan aşkı?..
Cevabını siz verin. (Bu arada, CHP-Alevîlik ilişkisini ayrı bir yazı konusu yapacağız.)
Özgür Özel, AK Parti iktidarı ve müttefiki MHP’nin, PKK terörüne karşı ‘bitirici’ mücadelesine atıf yaparak; Terörsüz Türkiye Projesi’ne sıcak yaklaşan Kürtleri (PKK/DEM anlayın) ‘mağdur/âşık’, Cumhur İttifakı bileşenlerini de ‘cellat/maşuk’ diye sıfatlandırıyor.
İktidarı boyunca Kürtlere karşı yürüttüğü acımasız siyaset orada öylece dururken, CHP, Kürt seçmenden hep en yüksek oyu aldı. Ta ki, PKK’nın siyasî uzantıları sahaya çıkana kadar.
Hatta 1991 seçimlerinde, 23 PKK’lı vekili, ‘taşıyıcı anne’ kimliğiyle CHP TBMM’ye soktu.
Doğumuna ebelik yaptığı siyasî Kürt hareketinin her daim arkasında, yanında ve yöresinde oldu.
SEÇİM İTTİFAKLARI HANGİ AŞKIN ÜRÜNÜ?
CHP; TBMM’deki oylamalarda, iktidara karşı PKK partileriyle aynı istikamette oy kullandı. TSK’nin yetki tezkerelerine ret oyu verdi.
CHP; 2023 Cumhurbaşkanlığı Seçiminde 6’lı Masanın altına 7’inci ortak olarak PKK’yı yerleştirdi.
Ve nihayet CHP; 2024 Yerel Seçimlerinde, PKK siyasetiyle ‘Kent Uzlaşısı’ adı altında ittifak ederek, Kürt seçmenler üzerinden bir hayli belediye başkanlığı kaptı.
PKK terörü devam ederken, DEM’le ittifak yapmaktan rahatsızlık duymayan CHP… Güneydoğu bölgemizde hâkimiyet kurmaya çalışırken, CHP ile ittifakı marifet sayan DEM…
Arada bir roller değişse de, âşık/maşuk denklemindeki cellat/mağdur ilişkisi, bu iki cephe arasında yaşanıyor.
CHP, hiç kapağını kaldırmaması gereken bir dosyayı açmış, baltayı taşa vurmuştur. DEM ile CHP’nin aynı ‘seküler/sol’ çizgide buluşmaları, tarihî hakikatlerin oluşturduğu sarsıntıları unutturmaya yetmiyor.