Değerli Okurlar,

Okuyanın derdi çok olur derler ya… Biz de yarım asır boyunca okuduk ve epey dert biriktirdik…

İçimizde sıkışıp kalan bu dertleri yazı yazarak paylaşıp, yükümüzü biraz hafifletmek niyetindeyiz…

Bir koltuk arzumuz yok…

Bir iltifat veya ödül beklentimiz yok…

Hal böyle iken; bazı yazılarım sebebiyle, örtülü bir şekilde tenkit edildiğim de oluyor…

Ancak bu tenkitler, daha iyisini yazmam için yapılan tenkitler değil; bazı konulara dokunmamam için yapılan tenkitler…

Duyunca canım sıkılıyor tabi… Durduk yere Don Kişot’ların düşmanı oluyoruz!...

Neşemizin kaçtığını gören dostlarımız çamdan-kavaktan yaz biraz diyorlar…

Herkes sazının akordundan memnun; bana ne oluyor ki!...

Bu hissiyatla, çamdan-kavaktan bir yazı yazayım dedim…

Ama alışkanlığım gereği, çamı da, kavağı da araştırmam gerekiyor önce!...

İlk bulgular, İkinci Dünya Savaşı’nın bittiği yıllara götürüyor…

Ülkemiz bu savaşa girmemiş ama; diğer Avrupa ülkeleri gibi savaşın tüm sonuçlarından olumsuz bir şekilde etkilenmiş…

ABD, Sovyet tehdidi ile uğraşıyor;  Sovyetlerin Avrupa’yı ve Akdeniz’i işgal etmesinden korkuyor!...

Bunun için enkaz halindeki Avrupa’ya, ciddi miktarlarda önce mali, sonra askeri yardımda bulunuyor…

Bu coğrafyadaki ülkelerin, yalnızca ABD’nin kontrolünde ayağa kalkabilmesi için meşhur “Marshall Planını” devreye sokuyor…

Fakat bu öyle bir yardım ki; evlere şenlik!...

  • Verilen parayla sadece ABD mallarını almak zorundasınız…
  • Tüm kalkınma planlarınızı ABD’ye onaylatmak mecburiyetindesiniz!...

İçinde Türkiye’nin de olduğu 16 ülkeye, bu tür koşullara bağlanmış hibe ve yardımlar dağıtılıyor…

Diğer ülkeler ağır sanayilerini geliştirmek için para alırken; Türkiye’ye tarım makineleri dışında sanayi desteği verilmiyor!...

Bize dayatılan koşullar çok daha enteresan:

  • ABD’den ihtiyaç olmadığı halde  mısırözü yağı satın alınmış… Halbuki zeytinyağı stoğumuz derya kadar!
  • Yüzbinlerce zeytin ağacı kesilerek, zeytin üretimi sınırlandırılmış,
  • Halk, zeytinyağının kanser yaptığı, margarinin sağlıklı olduğu yalanına inandırılmış,
  • Kesilen zeytin ağaçlarının yerine, kavak ve çam ağaçları diktirilmiş,
  • Mantar gibi margarin fabrikaları açılmış,
  • Türkiye dünyanın en büyük süt üreticisi iken, ABD’den süt tozları ithal edilmiş,
  • Pamuk tarlaları daraltılmış… Zeytinliklerde olduğu gibi, buralarda da her taraf çam ve kavak ağaçlarıyla doldurulmuş!...

Neler var neler!...

Ülke o yıllarda beş sente bile muhtaç…  Maalesef, ne İsmet İnönü, ne de Adnan Menderes bu tekliflere “hayır” diyememiş…

1951-1952 yıllarında İspanya Hükümeti, Türkiye’den çok yüksek miktarda odun kömürü satın almış…

O güne kadar İspanya’ya yapılan ihracat kalemleri arasında yer almayan bu talebin tabi özel bir şartı varmış:

  • Kömürler, İskenderun’dan Saroz Körfezi’ne kadar Akdeniz ve Ege sahillerinde doğada kendiliğinden yetişen ve "delice" adıyla bilinen aşılanmamış zeytin ağacından elde edilecek!...

Bu istek, dönemin Hükümeti tarafından yüksek getirisinden dolayı sevinçle karşılanmış ve iki yıl boyunca “delice” ağaçları yakılıp, kömür olarak ihraç edilmiş!...

Bu kömürü “otoyol dolgusu” olarak kullanacağını söyleyen İspanya’yı yıllar sonra ABD ele vermiş:

  • Zeytin ağaçlarının aşılama kaynaklarını yok ederek, Türkiye’nin zeytin üretimini aksatmak, bu alanda dünyada tek söz sahibi ülke olmak!...

Nitekim de öyle olmuş… Bugün İspanya, dünyadaki en büyük zeytinyağı ihracatçısı!...

Bizimkiler de, kesilip Avrupa’ya götürülen zeytin ağaçlarının yerine çıralı çam ve kavak dikmişler!...

Kavak bir orman ağacı değildir… Sulak tarlalarda yetişebilen, evcil bir ağaçtır…

Tarlada ne kadar su varsa, “başkasının da ihtiyacı var mı” demez, hepsini içer ve sürekli boy uzatır…

Meyvesi de olmaz… Uzun boylu ve hacimli olmasına rağmen çok narindir, hemen kırılır…  Rüzgâra karşı dayanıksızdır… Kökleri zayıftır… Diğer türler kadar, habitat için “olmazsa olmaz” bir bitki değildir…

Yağlı çam ağaçları da orman türünde en tehlikeli ağaçtır… Her mevsim yangınlara davetiye çıkarır…

Yağlı çırası nedeniyle kolayca tutuşabilen bir çam ağacının yanan kozası, metrelerce uzağa el bombası gibi fırlayarak, yangını bütün ormana yayar!...

Ne kadar güçlü uçağınız ve  aracınız olsa bile o yangınlarla baş etmek kolay değildir…

Bu durum herkesin malumu olmasına rağmen; orman varlıklarımızın çok önemli bir kısmı yağlı çamlardan oluşturulmuş!...

Binlerce yıl yaşayabilen, meyvesi her derde deva olan, imanım zeytin ağaçlarını memleketin her tarafına yaymak varken; onları kesip, yerini çam ve kavak ağaçları ile dolduranlara ne diyelim şimdi?...

Ey dostlar!...

Yine beceremedik başka türlü yazmayı…

Şimdi, yine zülfü yâre dokundun; “maksadın ne” diye söylenecek bazıları!

İnanın maksadım, sadece zeytin ağaçları!...

Biz binlerce yıl, kökü kurutulmak istenen o ağaçlarla var olduk Anadolu’da…

Ve o ağaçlarla birlikte sonsuza kadar var olmak istiyoruz!...

Anlayın artık  ne olur…