Birleşik Krallık’ta 23 Haziran 2016’da yapılan Brexit referandumunda, AB’den ayrılma yönünde oy kullananların oranı % 51.9 oldu. Bu sonuç, Birleşik Krallık Başbakanı David Cameroon dâhil, dünyanın beklemediği son derece ezber bozucu ve şok edici bir karardı. Sonuçları, AB’nin çatırdamasını tetikleyebilir veya Birleşik Krallık’ın birliğini bozabilir. Herkes nasıl bu kadar başarılı ekonomisi olan bir ülkenin, Birlikten çıkmasını isteyebileceğini anlamakta zorlanıyordu. Avrupa’dan göçler bu kadar mı İngilizleri çileden çıkarmıştı? Yoksa İngilizler, Almanya’nın gittikçe daha fazla tahakkümü altına aldığı Avrupa’dan uzaklaşma güdüsü ile mi harekete geçmişti? Ya da Başbakan Cameroon’un başlattığı ve kontrolden çıkan bir hatalar zinciri miydi?  Böyle olsa bile demek ki, Birleşik Krallık vatandaşları, AB’den pek de memnun değildi.

Brexit referandumu, dünyadaki öteki bazı olaylarla birlikte değerlendirildiğinde, aslında dünyada beklenmeyen ve şokedici bir olaylar zincirine işaret ediyor.  Trump’ın seçilmesi, Avrupa’da aşırı sağın yükselmesi, Almanya’da aşırı sağın -birçoklarına göre Nazi partisinin-  Parlamentoya girmesi,  bu gelişmelerden bazılarıdır.

11 yıl Muhafazakar Partinin lideri, 6 yıl da Britanya’nın Başbakanı olan Cameroon, ülkenin son yıllarda yetiştirdiği en başarılı başbakanlardan biriydi. Son seçimlerde (2015) bütün beklentilerin ötesine giderek partisini tek başına iktidara taşıdı. İngiliz ekonomisi, Avrupa’da en başarılı ekonomiler arasına girdi. Adeta batmaz bir uçak gemisi durumundaydı. Sonra AB referandumunu gündeme aldı ve sonuna kadar götürdü. Ancak kısaca çıkmayı istediği bu “Avrupa”, Birleşik Krallık için ne manaya gelir bir bakalım:

Aslında “Avrupa”ya üyelik, 1945’ten bu yana, Birleşik Krallık’ta siyaseten en fazla bölünme yaratan konulardan biri olmuştur. Bilindiği gibi Britanya, kıtasal Avrupa ülkelerinden farklı, kendine özgü devlet yapısı oluşturmuş ve daha toleranslı bir ülke olagelmiştir. Manş denizi, sadece onları coğrafik olarak ayırmamış düşünce ve hayat biçimi olarak da ayırmıştı. Bu ülkenin Avrupa’ya karşı tarihteki geleneksel politikasının amacı; kıtayı herhangi bir ülke veya ülkeler grubunun domine etmesini önlemek ve kendi hareket alanını maksimum düzeyde tutmaktı. Bunun için de, “güçler dengesi” prensibi uygulanıyordu. Yani “kıtayı domine etme için mücadele eden gruplardan zayıf olan grubu güçlüye karşı her zaman destekle ki, hiçbir ülke veya grup kıtayı tümden etkisine alamasın ve sen de geniş hareket alanı kazan”. Bu dengeyi de esasen çok güçlü deniz gücüyle yapmaktaydı.

Bunun için Birleşik Krallık, geçmişte kıtayı domine etmeye çalışan Napolyon Fransasına ve Hitler Almanyasına karşı defalarca savaşmıştı.  Ancak 1945 sonrası şartlarda, dünyada, imparatorluğunu ve yavaş yavaş ağırlığını kaybeden Birleşik Krallık, zor da olsa, Avrupa’ya yaklaşmış ve üye olmuştu. Aslında Birleşik Krallığın Avrupa’ya girişi de kolay olmamıştı. İki defa, De Gaulle tarafından veto edilmiş ve ancak sonra girebilmişti. Ancak Avrupa’ya karşı her zaman şüphe devam etmiş ve hatta en büyük iki parti olan İşci Partisi ve Muhafazakar Parti içerisinde Avrupa karşıtlığı devam edip gitmişti. Bu karşıtlık, değişen ekonomik şartlar, ülkeye artan göçler ile yükselmiş ve Başbakan Cameroon’un adımlarıyla gündemin birinci sırasına oturmuş ve Brexit referandumu gerçekleşmişti.

REFERANDUM KAÇINILMAZ MIYDI ? HALK NEDEN HAYIR DEDİ?

Birçok ülkede anayasanın sadece birkaç paragrafını değiştirebilmek için bile salt çoğunluk değil süper çoğunluk aranmaktadır. Çoğu zaman da bu üçte iki gibi bir çoğunluktur. Durum bu iken 40 yıldır üye olunan ve ekonomisini, siyasi hayatını, ticaretini, eğitimini ve akla gelecek her faaliyetini entegre ettiği AB’den ayrılabilmek için, Başbakan Cameroon ve ekibinin, ülkeye sadece salt çoğunluk şartı (Yani %50 + 1)  koyması, bir başka inanılmaz hikayedir.

İkinci nokta ise, bu referandum, siyasi liderlerin halktan ne kadar kopuk olabileceğini de gösteren bir olaydır. Bu derece güçlü bir lider, halkın düşüncesini okuyamamaktaydı. Kendisi de AB’de kalmayı destekliyordu. Aslında Cameroon, son yıllarda bu ülkenin yetiştirdiği en başarılı başbakanlardan biri olarak tarihe geçmek üzereydi. Ekonomide elde ettiği başarılar ve son seçimlerde (2015) beklenenin aksine tek başına partisini iktidara taşıması, onu çok popüler yapmıştı. Aslında gücünün zirvesinde olduğu dahi söylenebilirdi. Ancak her lider gibi galiba o da, hatayı en güçlü olduğu noktada yapmıştı.

Üçüncü nokta, referandumda oy kullananlar tüm oy kullanabilecek seçmenlerin  % 70’ine tekabül ediyor: bu da aslında, AB’den ayrılmaya evet diyenlerin tüm seçmenlere oranının sadece % 36 olduğu anlamına geliyor. Yani böyle kritik bir kararı nüfusun sadece % 36’sı vermiştir.

Cameroon’un kendinin bile “AB de kal” ı desteklediği bir durumda  nasıl böyle bir konuyu  referanduma götürmeye kalkar anlaşılır gibi değildir. Siyasi olarak söz vermiş olsa bile, bir yolunu bulup bundan vazgeçmesi pekâlâ mümkündü.

Bir başka nokta ise, AB’ye hayır sonucunun çıkmış olması durumunda İskoçya ve Kuzey İrlanda’da ayrılık hareketlerinin artacağını nasıl düşünmemiş olabilir? Şüphesiz düşünmüştür ancak halkın AB’de kalma yönünde oy kullanacağına o kadar inanmıştı ki böyle bir adım attı.

BREXIT REFERANDUMU SONRASI

Başbakan David Cameroon, referandum sonuçlarından birkaç saat sonra istifa etti.  Sonra sıra Osmanlı Ali Kemal’in torununun oğlu olduğu söylenen Boris Johnson’a geldi. Son anda buna inanmasa da, AB’den, “çık” kampanyası yürütmeye başlamış ve liderlik mücadelesini başlatmıştı. Ancak çok güvendiği arkadaşları ani bir kararla ondan desteğini çektiler ve o da istifa etti. Sonra sıra, İşçi Partisi lideri Jeremy Corybn’e geldi. Tam da muhalefet şaha kalkacak derken ani bir judo hareketi ile yere serildi. Parlamentodaki İşci Partisi milletvekilleri ona güvenoyu vermedi. Kanlı bir mücadele başladı. Ancak parti tabanından desteğini yenileyen Corbyn, sahnede kalacağını ve liderlik için mücadele edeceğini belirtti. Uçurumun kenarından dönmüştü.

Birleşik Krallık’ın AB’den çıkması için en büyük kampanyayı yürüten milliyetçi UKIP (United Kingdom Independence Party) de zafer kutlamaları olacakken tam tersi oldu. UKIP adlı Milliyetçi Parti başkanı Nigel Farrage, Brexit sonucu çıkınca kampanya sırasında kullandığı birçok argümanın doğru olmadığını kamuoyu önünde itiraf etti. Sonra dönüp UKIP başkanlığından istifa etti ve “görevimi tamamladım şimdi ailemle vakit geçireceğim” dedi. Yani Brexit sonucu için mücadele etti sonra da çekip gitti. “Hatta başka AB’den çıkmak isteyen AB ülkeleri varsa göreve hazırım” dedi....

Devir teslim birkaç ay gidecek derken, birkaç günde gerçekleşti.  Yeni bir Demir Lady –Theresa May ortaya açıktı. Britanya’nın en zor günlerinde bir bayan başbakan görev yapmaya başladı. May’in en ilginç ataması Dışişleri Bakanlığı’na atadığı Boris Johnson’du. May güçlü bir hükümet için onu da kabineye almıştı.

Brexit, yani Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılması bu ülkenin herhalde bu yüzyılda barış zamanında karşılaştığı en ciddi problemdir. AB’den ayrılma daha önce hiç gerçekleşmemiş ve nasıl olacağı da pek bilinmeyen bir süreçtir. Yanlış adım, vatandaşların hayat standardını düşürüp ülkeyi daha da fakirleştirebilir ve Dünyadaki etkisini de azaltabilir..

Referandum sonuçları açıklandıktan sonra, İskoçya, yeni bağımsızlık referandumundan söz etmeye başladı. Daha önce yapılan referandumda AB, İskoçya’ya “AB’den ayrılırsanız üyelik için tekrar AB’ye müracaat etmeniz gerekir” diyerek korku vermişti. Yani bunun anlamı; “Tekrar kabul edilmez ve dışarıda yapayalnız kalabilirsiniz” idi. Bunun da biraz etkisiyle İskoçya bağımsızlığa -hayır- demiş ve Birlik’te kalmıştı.  Şimdi ise, İngiltere AB’den çıkmak istiyor, İskoçya ise kalmak istiyor. AB de, Londra’yı, İskoçya ile sıkıştırmak ve referandumdan sonra bile bir şekilde Birlik’te kalmasını sağlamaya çalışıyor. İşler karışık ve nereye varacağı da belli değil.

Öte yandan Birleşik Kırallığın Kuzey İrlanda bölgesi de benzeri bir sorunla karşı karşıya. Şu anda Kuzey İrlanda ile Güney irlanda arasında sınır kontrolü yok  çünkü ikisi de AB üyesi. Ancak Britanya AB den çıkarsa sınıra kontrol gelecek çünkü bu AB sınırı olacak. Bu da İrlanda sorununu tekrar kaşıyıp kanatabilir. Burada önemli oranda  Katolik Kuzey İrlandalı  İrlanda Cumhuriyeti ile kontrollü sınır istemiyor. Bu olursa yine problem çıkabilir. Birleşik Kırallık İrlanda sorununu çözdüm derken şimdi yine problemle karşılaşabilir. 

AB‘DEN ÇIKIŞ SÜRECİ VE EKONOMİ

Theresa May, AB’den çıkışı sağlayacak ünlü 50. maddeyi çalıştırdı ancak ne olacağını kimse bilmiyor. Britanya tarafında işler zor. En çok konuşulan şey, sert Brexit mi yoksa yumuşak Brexit mi olacağı. Yani anlaşmalı ayrılabilirler ya da ipler kopar, sert şekilde çıkarlar.  Birleşik Kırallık müzakerelerde Çıkış şartları ile birlikte Ab ile bir Ticaret anlaşmasınınbirlikte görüşülmesini istiyor. Bu şekilde çıkışta verceği tavizlere karşılık ticaret konusunda alacaklarını dengeleyebileceğini düşünüyo. Ancak AB buna yanaşmıyor ve önce çıkışın şartlarını, Londranın ödeyeceği parayı görmeye ve ticaret anlaşmasını sonra ele almayı istiyor. Zor bir durum.

Britanya’nın dev AB ile müzakeresi oldukça zor çünkü çok büyük ve güçlü bir aktör. Pazarlık kolay değil. Öte yandan, Britanya’nın AB pazarına girişi çok sınırlanabilir. Britanya’nın çıkarlarını istediği gibi koruyarak çıkması çok zor. Aslında iki taraf için de kazan kazan formülü yok. İki taraf da aslında ortaya çıkacak tahribatı sınırlandırmaya çalışıyor.

AB, İngiltere’nin çıkışta ağır bir bedel ödemesini istiyor çünkü eğer bu olmazsa öteki üyelerin de zora girince birlikten çıkmaya çalışacağını ve bunun da Birliği parçalayabilecek bir süreci tetikleyeceğinden korkuyor. Bu yüzden işi sıkı tutuyor. Konular çok zor. Britanya’nın AB’ye ödemesi gerekecek para, AB’deki Britanya vatandaşlarının ve Birleşik Krallık’taki AB vatandaşlarının statüsünün ne olacağı, ne haklara sahip olacakları, Avrupa Mahkemelerinin yetkilerinin ne olacağı, AB ile ayrılmadan sonra Gümrük Birliği anlaşmasında kalınıp kalınmayacağı veya nasıl bir ilişki kurulacağı bunlardan sadece birkaçı.

Britanya’da aslında ekonomik durum sıkışmaktaydı. Birleşik Krallık’ta kritik önemde olan yerel yönetimlerin halka yardımları azalmaktaydı. Hele yeni göçler dolayısı ile pasta küçülürken bu yardımlardan faydalananlar, bu kesintilerden fena darbeler yediler. Artık ellerinde tuttukları belediye evleri, sosyal yardımlar her gün azalmakta ve durumları kötüleşmekteydi. Üniversitede okuyan öğrenciler kredi sistemiyle 40-50 bin sterlin borçla hayata başlıyor ve borç içinde yüzüyordu. NHS adı verilen Ulusal Sağlık Sistemi her gün dökülüyor ve dünyanın en ileri Tıp teknoloji ve tedavi bilgisine sahip ülke devamlı irtifa kaybediyordu. Ülkeye gelen örneğin 1 milyonun üzerinde  Polonyalı, Balkan savaşlarından kaçıp gelen sayısız göçmen, Birleşik Krallığın kaynaklarına ortak oluyordu. İngiliz halkında güçlü bir reaksiyon oluştu. Şimdi Brexit geliyor. Peki Britanya’yı şimdi ne bekliyor? Ancak gitmek mi zor, kalmak mı zor henüz belli değil.

İngilziler Brexitte ne olacağını görmeden hem birçok yatırımlarını ve özellikle de emlak  alımlarını çok azaltmış durumda. Bu da ciddi bir sorun. Bu arada dıştan gelen ev alımları da zaten bozulan dengeyi daha da bozuyor. Onlara da sınırlama gelebilir. 

Londra, dünyanın en büyük finans merkezi ve AB’den de inanılmaz derecede büyük paralar kazanıyor. Ayrıca şimdi AB’nin, Londra ve İngiltere genelinde kurulmuş birçok kurum da bu ülkeden ayrılacaktır. AB’nin önde gelen bankalarının bazıları da merkezlerini AB’ye taşıyacaktır.  Bunların Britanya’ya maliyeti ne olacaktır?  Bu da ciddi bir sorudur.

Tüm AB üyelerinin Brüksel’de kendi kapsamı içerisindeki ortak yasalarını bilen, güncelleyen ve uygulayan ortak devasa bir bürokrasi ve hukuk mekanizması vardır. Tüm ülkeler, buraya kendi elit bürokratlarını yollarlar. Bu bürokrasi, çevre korumadan, ürün kalitesine, çok çeşitli alanları kapsar. Bu tabii ki, dünyanın en detaylı iş yapan, uyum sağlayan ve yeni direktifler çıkaran bürokrasisidir. Ancak AB’den ayrılacak olan Britanya şimdi tüm bunları artık kendisi yapmak zorundadır. Bu yüzden bunu yürütecek devlet mekanizmalarını tekrar oluşturmak zorundadır. Bu çok ağır bir yüktür ve devletin tekrar büyümesi, uzmanlaşması, masraflarının inanılmaz derecede artması ve çok zaman demektir.

Öte yandan Theresa May’in Muhafazakâr hükümeti iç çalkantılar içerisindeyken ve kimse Jeremy Corybn gibi 1970’lerin politikasını savunan klasik bir sosyalistin İşci Partisi’nin başında fazla tutunamayacağını düşünürken tam tersi oldu. Jeremy Corbyn adım adım çok sıradan bir politikacı görünümünden ciddi bir lider konumuna evrilmeye başladı. Güçlü parti içi desteği nedeniyle, İşci Partisi’nin Parlamento grubuna karşı verdiği mücadeleyi kazanarak kendini güçlendirdi. Tabii ki bunun gerisinde Birleşik Krallık’ta halkın önemli bir kısmının artık eski, devletin domine ettiği, daha güvenli ve neoliberal fırtınadan korunan daha şevkatli ve sosyal devlet sistemine özlemi büyük rol oynadı.

Artık İşci Partisi, Muhafazakar Partiye alternatif ve iktidara hazır bir lider görünümü veriyor. Programında ciddi şekilde kamulaştırma planları var. Peki Britanya, AB’den çıkınca ne kazanacak? Her şeyden önce, ülke kendi kararlarını verecek. Ancak çıkış sonrası duruma uyum sağlama ve yeni yön çizme dönemi zor geçecek. AB dışında çok çeşitli pazarlar bulması gerekecek. AB’ye ödediği katkı, kendine kalacak. Bazı ülkelere AB standardından düşük ürün ihracatı ciddi şekilde artabilir. Uzakdoğu hedefte. Avustralya, Yeni Zelanda tekrar gündemde. Ancak henüz tam olarak gidilecek yön belirlenmedi.

Birleşik Krallık’ta son durum: AB ile inanılmaz derecede belirsiz ve sert tartışmalar ve AB’nin Britanya’yı cezalandırma çabası devam ediyor. Ekonomide belirsizlik sürüyor ve şimdilik herkes müzakerelerin ne olacağını görmeyi bekliyor. AB ile ciddi sarsıntılar da gelebilir. Müzakerelerden yansıyan ise işlerin bir anlaşma olmadan yani sert Brexit ile çıkış sürecini uzatarak yıllara yaymak ve resmen çıkmış amöa gerçekte  tam çıkmadan eklemli bir şekilde devam etmek arasında gidip geliyor. Londra artık gözünü Avrupa ötesine de dikmiş ve Ortadoğu ve Asya’da açılımlar peşinde. Ciddi silah satışları ve savunma anlaşmaları da yapılıyor ve yenileri düşünülüyor. Çin ve Hindistan ciddi şekilde izleniyor. Eski Commonwealth ya da dilimize yanlış çevrilen “İngiliz Milletler Topluluğuna” doğru evrilme de devam ediyor. Yani kısaca Britanya bir taraftan günlük yaşamına devam ediyor, diğer taraftan sert müzakerler devam ediyor, ancak Brexit sonrasına da hazırlanıyor. Bu günlerde herkes diken üstünde.