Bugünün insanı kendisini makineleştirmeye çok meraklı…

İhtiyacı olan ne varsa, hepsini basit, ucuz ve hızlı bir şekilde elde etme peşinde…

Zorluklara dayanamıyor… Kriz yönetmesini bilemiyor… Her durumda panik yapıyor…

Yarınlar için haddinden fazla endişelenip, korkuyor…

  • (Market yağmalamayı, ihtiyacı olmadığı halde, “ucuzken alayım” diyerek talan etmeyi buna bağlıyorum)

İşin kolayını bulmayı başarı zannediyor…

Oturduğu yerden kalkmadan yaşamak istiyor…

Her şeyin entegre bir otomasyon sistemi içinde neticelenmesini bekliyor…

Ulaşım ve iletişim teknolojisindeki gelişmeler insanları uyuşturdu… Hazıra alıştırdı…

Çoğu evde ocak yanmıyor, baca tütmüyor…

Ekonomik durum el verdiği ölçüde herkes dışarıdan yiyip içiyor…

Telefon, internet, kurye tüm dünyayı anında ayağımızın dibine getiriyor…

Ben 1980’li yıllarda yetişmiş bir bilgisayar uzmanıyım…

Ama, bilgi sistemlerinin insan yaşamını kısa bir zaman içinde, bu kadar esir alabileceğini tahmin edemedim…

Nereye giderseniz gidin, yaşlısı genci herkesin elinde akıllı telefon…

Tıkla babam tıkla!

Kaydır babam kaydır!

Gözlerimiz uykudan kalktığı andan itibaren, yeniden uyuyuncaya kadar o meret elimizde…

Vücudun en önemli organı haline dönüşmüş telefonlar…

Teknolojinin kölesi olmuşuz farkında değiliz…

Bu böyle olmamalıydı…

Her şey kolaylaşmamalıydı…

Çünkü bunun bir faturası çıkacak ve onu hep birlikte ödeyeceğiz!

Bizi koşuşturmaktan, terletmekten, hareket etmekten alıkoyan ne varsa düşmanımızdır…

En başta sağlığımız öder bu faturayı!...

Sonra gelecekteki çocuklarımız, torunlarımız…

Yıllar önce Gazi Üniversitesinde, Amerikalı bir bilim adamının konferansta söylediği şu sözler hiç aklımdan çıkmıyor:

  • Türkiye’ye ilk defa geldim… Türk kültürü üzerine araştırmalar yapıyorum… Buradaki insanların hayatlarını teknolojiyle nasıl entegre ettiklerini inceliyorum…

ABD’de, sadece çalışan kadınları düşünerek  üretilmiş çamaşır makinelerinin burada her evde bulunmasına çok şaşırdım…  Bizde sokaklara yerleştirilir bu makineler…  Eve sokulmaz… 

Sizin kadınların çoğu zaten ev hanımı… Buna rağmen onca para verip çamaşır makinesi almışlar… Ne gerek var ki? Evde nasıl zaman geçecek bu durumda?

Onun yapacağı işi makine yapınca, o da oturuyor akşama kadar… Hareketsiz kalıyor… Yiyip, içip kilo alıyor… Sizin kadınlar çok kilolu…”

Bugün, tam 16 sene aralıksız örgün eğitim alan çocuklarımız, telefona takla attırıyor ama;  sebze ekemiyor, fidan dikemiyor…  

Ne olur hayatı biraz zorlayalım artık…

Her şeye kolay erişmeyelim…

Yorulalım, usanalım, çile çekelim…

Yani hayatı yaşayalım!...

Gerçek hayatı…

Bizi zorlayan hayatı…

Gün sonunda bedenimiz bitap düşsün…

Horul horul uykularımız olsun yeniden…

Güneşle birlikte başlayalım yeni güne…

Bırakın eksik kalsın, yarım kalsın bazı şeyler!

Yarınlara umudumuz olsun…

Eksiği, noksanı olmayanın umudu olur mu?

Makineleştirmeyin kendinizi…

Bırakın şu kolay hayatı…

Hayat değil ki o!